Türk Pop Müziğinin Zarif İkonu; Alpay
Röportaj: Dilek Süslüer
Derleyen: Benan Bilek
Fotoğraflar: Esat Erçetingöz, Taner Oralalp
Alpay… Muhteşem kadife sesi, sahne disiplini, şıklığı ve sanatın her dalına verdiği değeri her bir sözcüğe ve notaya yansıtabilen bir efsane o. Yalnızca müzikte değil, edebiyat, futbol ve moda konusunda da gerçek bir ikon. Vizyoner bakış açısı ve kendini sürekli yenileyebilme başarısıyla hayranlarının ilgi ve sevgisini hep dinamik tutan dev sanatçı.
Bostanlı Suat Taşer Konser Salonu, geçtiğimiz ay muhteşem bir konsere tanık oldu. Farklı yaşlarda yüzlerce Alpay ve müzik tutkunu, aynı heyecan ve mutlulukla Alpay şarkıları söylediler. Temmuz sıcağına inat salonu tıklım tıklım dolduran seyirciler, Türk Pop Müziğinin müthiş yorumcusu Alpay’ın güler yüzlü ve kibar sahnesini izlerken zamanın nasıl aktığını fark etmediler bile. Sanatçı İzmir’de bulunmaktan duyduğu mutluluğu konser sırasında şu sözlerle ifade etti:
“Ne yazık ki artık İstanbul’da gerçek İstanbullu yok. Bu nedenle eşim ve kedimle küçük bir kasabaya yerleştik. İstanbul’da yaşanamıyor ne yazık ki. Ama eğer İzmirli olsaydım kesinlikle İzmir’de yaşardım. İzmir çok güzel, sanata ve sanatçıya çok değer veren, çok modern bir şehir… İzmirliler yıllardır her konserimde beni ilgiyle karşıladılar, konser salonlarını hep doldurdular. Dolayısıyla ben bu şehre her gelişimde çok mutlu oluyorum. İzmirli kadınlar da çok cesurlar. Yıllar önce yine bir İzmir konserim için bu şehre geldiğimde İzmirli bir hanımefendi beni yolda çevirip sanatıma ve müziğime duyduğu hayranlığı dile getirmiş ve beni evinde misafir etmek istediğini söylemişti. İşte İzmir’in kadınları böyle cesurlar. Bu kentte olmak benim için gerçekte bir mutluluk.”
Usta yorumcunun hayatına dair…
Alpay (soyadıyla Alpay Nazikioğlu), söz yazarı, besteci, yorumcu, ulusal takım futbolcusu, edebiyatçı-yazar, reklamcı ve hukukçu kimlikleriyle çok boyutlu bir marka. Sempatik, zeki, karizmatik, güler yüzlü hoş ve espritüel, sevgi dolu yüreği beyefendi ve kibar kişiliğiyle rahat ve kendisiyle barışık, kompleksleri olmayan, tarzıyla çok saygın bir insan.
Müzikal kariyerine, Ankara Hukuk Fakültesi’nde öğrenimini tamamladıktan sonra 1960’larda başlayan Alpay, romantik folk ve rock tarzında deneysel müzikler yaptı. Pek çok Fransız “chanson” ve İtalyan “napolitan”ının aranjmanlarını Türkçeye uyarlayarak seslendiren sanatçının büyük çıkışı “Eylül’de Gel” ve “Fabrika Kızı” gibi hit şarkılarıyla olur. Yarım asrı geçen sahne hayatında kibarlığından ve duruşundan ödün vermeyen sanatçı çok sayıda albüme imza attı ve sayısız ödülün sahibi oldu.
“Ayrılık Rüzgârı”, “Maria”, “Senin İçin” gibi dillerden düşmeyen beste ve yorumlarıyla müzik tarihine altın harflerle geçen, birbirinden kaliteli ve romantizmi ölümüne sevgiyi anlatan şarkıları yorumlayarak Türkiye’nin tartışılmaz en iyi vokali olan Alpay, müzikte olduğu kadar futbol dünyasına da damgasını vurarak başarılı bir futbol kariyeri geçirdi.
Ankarademirspor’da başladığı futbol hayatını Gençlerbirliği’nde devam ettirip, milli takıma kadar yükselen sanatçı, güzel Türkçesi ve akıcı diliyle bir kitaba da imza attı: “Eylül’de Gel”. Reklam sektöründeki başarılı kariyeriyle her yaptığı olay olan değerli sanatçı Alpay, dokunduğu her sektörde fark yaratan, yanında olanlara kapılar açan, ilkeleri ve davranışıyla tam bir örnek oluşturan, tanışmaktan büyük mutluluk duyduğumuz bir beyefendi.
Öyle ki; onu tanıyınca neden bunca yıldır onlarca şarkısının dilinizden düşmediğini anlıyorsunuz. Çünkü o hiçbir şeyi laf olsun diye yapmıyor.
Konser öncesi kısa bir söyleşi
Modacı dostumuz ve İzmir Tarihi Kemeraltı Lions Kulübü Yönetim Kurulu Üyesi Sevgili Dilek Süslüer, konser öncesi dergimiz MegaPlus için kısa bir röportaj yaptı:
Harika sesiniz, şık ve zarif duruşunuz, milyonların ezbere söylediği şarkılarınızla çok sevilen bir sanatçısınız. Sizin müziğinizin sırrı ne?
Ben tüm sanat hayatım boyunca istediğim müziği yaptım, istediğim ve sevdiğim şarkıları söyledim. Tüm sanatsal olgular içinde en kolay iletişim aracıdır müzik. Milyonlarca insan aynı anda aynı müziği paylaşır, aynı müzikten etkilenebilir. Müzikte lisan da önemli değildir. Bilmediğiniz lisanda bir şarkı dinlerken tek kelime anlamadan duygulanır, hatta ağlayabilirsiniz de… Müziğe değer veriyor, yaptığım işi önemsiyorum. Sahneden ya da radyodan, hangi sözcükleri hangi müzikle nasıl paylaştığıma özen gösteriyorum. Şarkı seçimi çok önemli. Ve o güzel ezgiyi, özel sözcükleri nasıl tonladığınız da.
İyi müziği, güzel şarkıyı hissediyorsunuz siz. Yoksa pek çok şarkınızın dillere pelesenk olması bir tesadüf olamaz…
Evet, müzik bana geçiyor kendisini hissettirebiliyorsa o şarkıyı söylemek isterim. Bir zamanlar türkü furyası vardı. Benimde yaptığım “Yekteler” 700 binlik satış barajlarını geçti. Ben dedim ki, bunun bir sonu olmalı, sıkıldım. Bir gün radyoda bir melodi duydum. Klasik müzik tarzında. Onu bir Bach denemesi olarak değerlendirdim. Araştırdım, Saint Preux diye bir genç Fransız bestecisinin barok denemesiymiş. İsmi, “Concerto Pour Une Voix ” yani, tek ses için konçerto. O kadar işledi bana ki, buna söz yazılmalı ve bestelenmeli, diye düşündüm. Müthiş bir şarkı bana göre. Oturdum, gece gündüz düşündüm ve ona söz yazdım. Yıl 1975. Götürdüm plak şirketine. Plak şirketinin patronu da Güzel Sanatlar Akademisi mezunu, müzikten anlayan, son derece düzeyli bir adamdı. Dedi ki “Çok güzel bir şarkı ama bu memlekette 5 tane bile satmaz. Haberin olsun. Eğer bunu senden başka biri getirseydi stüdyo masrafı bile almazdım”. “Neden” dedim,“Türk milleti bunu anlamaz” dedi. “Türk milletine bir şey vermiyorlar ki anlasın… Ben bu şarkıyı söylemiş olmanın onurunu yaşamak istiyorum” dedim. O şarkı “Ayrılık Rüzgârı” idi, kaydedildi ve Türkiye’yi salladı. Demek ki toplum verildiği zaman anlıyor.
“Dağların Arkasında Yar”, “Gitme” gibi sözlerini sizin yazdığınız harika şarkılarınız var…
Evet, söz yazıyorum. Ama ben ozan iddiasında falan değilim. Tabii ki saçma sapan şeyler de yazmıyorum Ama benim yazdığım sözlerdeki özellik, müzikle çok güzel kaynaşması. Benim bir şarkımı bir İspanyol da dinlerse zevk alabilir. Söz yazmada biraz marifetliyim evet, ama o kadar. “Sanatçı” kelimesi başka bir kelime. Şarkı söyleyen adama “şarkıcı” derler. Niye alınırlar ki? Tiyatro yapana oyuncu derler. Koskoca Beethoven’a bile Batı “kompozitör” der. Bu konuda komplekse girmenin gereği yoktur. Ben “Şarkıcı Alpay” olarak sunulmaktan hiç rahatsız olmam.
Türk Müziği’ni bu anlamda nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de müziği değerlendirmiyorum ben. Çünkü değerli bir şey değil. Genel olarak değerlendirmek zor. Öyle bir müziği değerlendirmenin anlamı yok. Türkiye’de iyi şeyler de oluyor, tabii. Ama çok azınlıkta. Oysa sanatta dünyanın hiçbir yerinde iyi şeyler azınlıkta değil. İyi şeyler çoğunlukta. Birbirinden iyi şeyler çıkıyor, iyi şeyler yarışıyor. O nedenle de sanat yapıtları toplumları kategorize etmek için bir araçtır. Müzik iyi bir kıstastır ve iyi müzik dinleyen toplumlar çağdaş, gelişmiş, kötü müzik dinleyenlerse gelişmemiş toplumlardır. Ve iyi bir şeyler yapılmışsa bunları topluma iletmek üreten insanın görevidir.
Sizce Türk Müziği nereye doğru gidiyor?
Ben şunu gördüm: Dünyada hiç bir toplum olduğu yerde durmaz. Hep ileriye gider. Geri de gitmez, kimse korkmasın. Kendi adıma konuşursam, ben iletişim aracı değilim. Şarkı söylerim, biter. Gerisi medyanın işidir. Medyada da Türk müziğine yeterince yer verildiğini düşünmüyorum. Görüyorum ki çoğu mecrada müzik bilgisi olmayanlar müzik ile ilgili yazılar yazıyorlar. Kalkar, ilkokul şarkısını geçmeyen nitelikteki üretimleri saatlerce gösterir, durursan bu toplumdan ilerleme bekleyemezsin. İlerleme zaman alır.
Ulusal kültürümüzden yola çıkarak evrensel sanata ulaşmak ve katkıda bulunmak için gerçek sanatçının hedefi ne olmalıdır?
En önemli hedef en gelişmiş toplumlarda dinlenecek kalitede kalıcı müzikler üretmek olmalıdır.
Son yıllarda müzik sektörünün her aşamasında işlerin çok yolunda gitmediğini çok sık duyuyoruz. Albüm satışları kötü, prodüksiyon şirketleri küçüldü. Bu konuyla ilgili yorumlarınız nedir?
Artık herkes her şeye internet ortamında ulaşmak olanağına sahip. Ben bundan bir sıkıntı duymuyorum. Önemli olan hangi yoldan olursa olsun toplumun yaşamında yer tutabilmektir…
Dinleyici profili de değişiyor mu sizce?
Dinleyici medyanın koşullandırmasıyla çok basit şeyleri de sevebiliyor. Ama o basit şeyler kimsenin yaşamında uzun süre yer tutamıyor. Tabii ki toplum bunun farkında değil. Ama gün gelip farkına varması kaçınılmaz.