Kuzey Kutbuna İlk Yolculuk
Geçtiğimiz Temmuz ayında dünyada küresel iklim değişikliğinin en fazla etkilediği yerlerden olan Kuzey Kutbu’na gerçekleştirilen “İlk Türk Arktik Bilimsel Seferi’’ projesinde Piri Reis Üniversitesi Öğretim Görevlisi Barbaros Büyüksağnak yer aldı. Büyüksağnak’tan bu müthiş hikayeyi dinlediğimizde çok heyecanlandık ve kendisinden MEGAPLUS okurları için bu haberi kaleme almasını rica ettik. Kendisinin güzel anlatımıyla “Kuzey Kutbu’na İlk Türk Bilimsel Seferi” konusunu okumaya hazır mısınız?
Yazan: Barbaros Büyüksağnak (Piri Reis Üniversitesi Öğretim Görevlisi)
Kanadalı astrofizikçi ve çevre bilimci Prof. Hubert Reeves’in çok etkileyici bir sözü var: “Doğa ile savaş içindeyiz, eğer kazanırsak, kaybedeceğiz.” Bu söz günümüzde küresel ısınma ve insan kaynaklı iklim değişikliğine karşı mücadelede farkındalık yaratmak için söylenebilecek en güzel sözlerden biridir. MÖ. 4 yüzyılda Akdeniz’de Marsilya’dan yola çıkıp Britanya adalarının etrafında dolaştıktan sonra şimdiki Norveç’in batı kıyıları, İzlanda ve Shetland Adaları arasında olduğu düşünülen “Thule” adındaki yerleri keşfeden Yunan denizci ve kâşif Pytheas yolculuğu esnasında kuzeye doğru çıktığında mutlaka kutup ayıları ile karşılaşmıştır. Bu karşılaşma bizlere, bugün Arktik olarak bildiğimiz kuzey kutup bölgesine verilen adın nereden kaynaklandığını açıklıyor. Bu ihtişamlı hayvanı karşısında ilk gördüğünde Yunan kâşifin dudaklarından dökülen kelime “Arctos” (Türkçe Ayı) bölgenin de ismi oluvermiş. Bölgeye verilen bu isim, bizlere o coğrafyanın gerçek sahiplerinin aslında kimler olduğunu daima hatırlatmalı. Ancak ormanları yakıp yıkan, okyanusları ve atmosferi kirleten insanoğlu şimdi de geleceğini yok etme pahasına pençesini kuzeye atmış durumda. Bu nedenle bölgeye adını veren ve günümüzde sayıları 20 bine kadar düştüğü tahmin edilen kutup ayıları yaşam savaşı vermekte.
Kuzey kutup bölgesinde son yıllarda yaşanan gelişmeler birçok devlet, kurum ve kişi tarafından çok yakından izlenmekte. Bölgeye ilgi eskiden olmadığı kadar artmış durumda. 2019 yılı başında yapılan bir araştırma, bir kez daha, dünyamızda iklim değişikliğinin en fazla hissedildiği yerin kuzey kutup bölgesi olduğunu ortaya çıkardı. Bölgedeki iklim değişikliği etkilerinin artması, yeryüzünün ısı makinaları gibi çalışan atmosfer ve okyanuslardaki dengenin değişme potansiyeli ve sera gazı salınımındaki artışlar bizlere yaşadığımız yüzyılın ilk yarısına kadar çok ciddi ve tahmin edilmesi güç sonuçlar doğuracağını işaret ediyor.
7 akademisyen ve 1 görüntü yönetmeni ile yolculuk
Peki, biz Türkler kutup bölgeleriyle ne derece ilgileniyoruz? Son yıllarda güney kutup bölgesi içinde yer alan dünyanın 5. büyük kıtası Antarktika‘ya yapılan 3 başarılı bilimsel seferin ardından 2019 yılı Temmuz ayında dünyanın kuzey çatısına yani Arktik bölgeye yapılan ilk Türk Arktik Bilimsel Seferi (TASE) İş Bankası sponsorluğunda gerçekleştirildi. 11 Temmuz günü Türkiye’den tarifeli uçuşla önce başkent Oslo’ya vardık. Burada Oslo Büyükelçimize yapmayı planladığımız bilimsel çalışmalar hakkında bilgi verdikten sonra 12 Temmuz’da 3 saatlik uçuş sonrası Norveç’in egemenliğindeki Svalbard Takımadaları’nın merkezi Longyearbyen’a ulaştık. Sefer için kiralanan gemimize buradan katılım sağlayarak daha önceden belirlenen bilimsel örnekleme istasyonlarımıza doğru yola çıktık. Adaların batısındaki Grönland Denizi’nde 15 gün süren sefere farklı üniversitelerimizden 7 akademisyen ve bir görüntü yönetmeni katılım sağladı.
Anakena isimli Fransız bayraklı gemide yapılan sefer süresince, Arktik deniz buzu tipi gözlemleri ve analizi, deniz buzu yersel ölçümlerinin uzaktan algılama ile doğrulanması, Arktik denizcilik meteorolojisi, gökyüzü kalite araştırması, kalıcı organik kirletici örneklerinin alınması, mikroplastik araştırılması gibi birçok bilimsel çalışma gerçekleştirdik. 24 saat gün ışığı altında çalışmalar sürdürülerek örneklemeler gerçekleştirdik ve planlı ölçümler yaptık. Ayrıca;Ny-Alesund, Barentsburg ve Hornsund’da karaya çıkarak Norveç, Güney Kore, Hindistan, Rusya ve Polonya bilim istasyonlarına ziyaretler gerçekleştirdik ve yabancı bilim insanları ile karşılıklı görüş alışverişinde bulunduk. Tüm bu faaliyetleri yaparken buralara Türkiye’yi temsilen gelen ilk akademisyenler ve bilim insanları olma düşüncesi bizlere gurur verdi elbette.
TASE gururu
80 derece kuzey enleminin kuzeyine çıkılarak deniz buzu sınırına kadar yapılan seyirde toplam 880 deniz mili yol alındı. Seferin sonuna doğru ilginç bir gelişme yaşadık. Gemimizin Fransız kaptanına ulaşan Paris’teki Fransız Bilimsel Araştırma Merkezi (CNRS) yetkilileri, Arktik Okyanusu’nda ölçüm yapan otonom bir insansız su altı araçlarının arıza yaptığını ve kontrol edemedikleri için bu donanımın denizden kurtarılması gerektiğini belirtip bizden destek talebinde bulundular. Türk yardımseverliği ile planlı rotamızdan çıkıp, 45 deniz mili batıya doğru seyredip donanımı denizden aldık ve Longyearbyen limanına döndükten sonra Fransa’ya geri gönderdik. Binlerce dolar değerindeki bu bilimsel cihaza, o günden sonra ilk Türk Arktik Bilimsel Seferi (TASE) adının verildiğini öğrenmemiz ise bizler için ayrı bir mutluluk ve gurur kaynağı oldu.
Seferi gerçekleştirdiğimiz Svalbard veya Spitsbergen, İskandinav yarımadası ile kuzey kutup noktası arasında 74° ila 81° Kuzey enlemleriyle 10° ila 35° Doğu boylamları arasında yer alan ve Barents Denizi, Grönland Denizi ve Arktik Okyanusu’na kıyıları olan çok sayıda adadan oluşan takımadalara verilen isimlerdir. Spitsbergen; sivri dağlar anlamı taşır, Svalbard ise soğuk kıyıları olan topraklar anlamında kullanılmıştır. Adalarda yaklaşık olarak 2700 kişi yaşamaktadır. Bunun 2200’ünüNorveçliler, 500’ünü ise Barentsburg’da yaşayan Rus ve Ukraynalılar oluşturmaktadır.%60’ı buzullarla kaplı takımadaların en büyük adası Spitsbergen, idari merkezi Longyearbyen’dir. Barentsburgve Ny-Alesund diğer önemli yerleşim merkezleridir.
Kutuplardaki gelişmeler çok önemli
17’nci yüzyıldan bu yana, farklı ülkelerden insanlar balıkçılık, balina ve mors avcılığı, madencilik, araştırma ve gezi maksatlarıyla Svalbard Adaları ile ilgilenmişlerdir. 19. yüzyıl boyunca herhangi bir devlete bağlı olmayan adalar, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Versay Barış Antlaşması müzakereleri sırasında 9 Şubat 1920 tarihinde Paris’te imzalanan bir antlaşma ile bölge ülkelerinden Norveç’e, takımadalar üzerinde tam ve mutlak egemenlik hakkı verilmiştir. Bununla birlikte antlaşmaya taraf olan devletlerin vatandaşlarına yine antlaşmada belirtilen alanlarda eşit haklar sağlanmıştır. Bu alanlar; Svalbard takımadalarına, karasularına, fiyortlarına ve limanlarına giriş ve adalarda oturma hakkı; balıkçılık ve avlanma hakkı; denizcilik, endüstriyel, madencilik ve ticari alanlarda faaliyetlerde bulunma hakkı ve adalarda mal-mülk ve madencilik ile ilgili hakların edinilmesi ve kullanımı hakkıdır.
Bugüne kadar antlaşmaya 46 devlet imza atarak taraf olmuş. Arktik bölgenin önemini sonradan kavrayan bazı devletler antlaşmaya son yıllarda taraf olmuştur. (Çekya 2006’da, Güney Kore 2012’de, Litvanya 2013’te, Letonya ve Kuzey Kore 2016’da, Slovakya 2017 yılında). Afganistan, Suudi Arabistan, Arnavutluk, Yunanistan, Romanya gibi devletler antlaşmaya taraf iken Türkiye maalesef imza koymamış devletler arasında yer alıyor.
100 yıl önce imzalanıp hâlâ yürürlükte olan nadir antlaşmalardan birisi olan Svalbard Antlaşması’na biz neden taraf değiliz acaba? Niçin Türk vatandaşları da kuzey kutbuna sadece 1000 kilometre mesafede yer alan bu takımadalarda otuma ve avlanma hakkı elde etmesin? Şirketlerimiz denizcilik, endüstriyel, madencilik ve ticari alanlarda neden faaliyette bulunmasın? Bilim insanlarımız kuracakları istasyonlarla neden bilimsel araştırma yapma, öğrencilerimiz adadaki üniversitede eğitim alma imkanına erişmesin? Unutmamalıyız ki, bugün kutuplarda yaşanan gelişmelerin sonuçları sadece bölgeyle sınırlı kalmayacak ve dünyamızın tamamını etkileyecek özelliktedir. Türkiye, küresel ısınma ve iklim değişikliğine yönelik yapılan bilimsel mücadelede dünyayla birlikte olduğunu ve dünyayı önemsediğini göstermeli ve bir asır sonra da olsa Svalbard Antlaşması’nı imzalamalıdır.