Yaşam

“MIDNIGHT EXPRESS”

Ümit Tunçağ radyo günleri, megaplus dergisi 35. sayı

Radyo Günleri

Ümit Tunçağ

[email protected]

1982 yılında Neco’nun seslendirdiği “Ahmet Olcayto Tuğsuz bestesi “Hani” ile Eurovision Şarkı Yarışması’nı Harrogate kentinden TRT seyircilerine sunduktan sonra, her yurtdışı görevi sonrasında yaptığım gibi, yıllık iznimden 5 gün alarak, gittiğim ülkedeki yayın kuruluşlarını ve oradaki görevli meslektaşlarımı ziyaret etmeyi kendime görev edinmişimdir. O yıl da, yarışma bitiminde Londra’ya geçtim ve pazartesi günü ilk işim BBC Radio 1’deki eski dostlarımı görmeye gittim.

Sabah 09.00’da “OUR TUNE” adlı iki saatlik programına başlayan Simon Bates yayındaydı. Parça arasında stüdyoya girdim ve “Merhaba” dedim. Dememle birlikte daha “Nasılsın? İyi misin?” demeden, bana sırıtarak “Midnight Express’i gördün mü?” diye sormaz mı? Oldukça sinirlendiğimi söyleyebilirim. “Simon, daha merhaba demeden neden bu soruyu sordun ki? Eski bir dost olarak beni daha başka sözlerle karşılayacağını beklerdim” diyerek sitem ettim. Özür diledi ve “Konu Türkiye’de geçtiği için ve de daha yakınlarda filmin yönetmeni Alan Parker’ı konuk ettiğim için böyle girdim söze” diyerek bir anlamda özür diledi ve ekledi. “Film şu an sinemalarda oynuyor hala, istersen git ve gör”.

Film hakkında çok değişik ve kötü şeyler duymuştum. Yine de reddetmedim onu. “Peki” dedim, “Gidip görürüm ama sen de söz ver. Ben Türkiye’ye dönmeden bu konuyu senin programında konuşalım”. Benim bu önerim üzerine o da geri adım atmadı ve “Tamam dostum, Perşembe sabah programıma gel, konuşalım” dedi. Yaklaşık 1 saat daha yanında kaldıktan sonra, bana olayı teyit etmesi amacıyla kaldığım otelin telefonu verdim ve ayrıldım. Takdir edersiniz ki, sıkılmış ve üzülmüştüm. Ama ne çare! Demek şimdi gidip o filmi izlemeliydim.

Bill Hayes, Midnight Express, Ümit Tunçağ Radyo Günleri, Megaplus dergisi 40. sayı

Bir gün sonra Leichester Square’deki çoklu sinema salonlarından birine girerek, elimde kağıt-kalem filmi izlemeye gittim. Yönetmenliğini Alan Parker’ın yaptığı 1978 yapımı filmin senaryosunu Oliver Stone, olayı yaşayan Billy Hayes’in aynı adlı romanından yola çıkarak yazmış. Müzikleri, o yılların ünlü ve unutulmaz disko müzik dehası Giorgio Moroder tarafından yapılmış. Başrollerde Brad Davis, Irene Miracle ve Bo Hopkins oynuyorlardı. Konusu ise; çok özet olarak, Amerika’ya sürekli esrar kaçırarak para kazanan genç bir üniversite öğrencisinin, tutuklandıktan sonra, Sağmalcılar hapishanesinde başından geçenler…

Filmi izlerken hafif karanlık sinema ortamında sürekli not aldığımı anımsıyorum. Filmden çıkar çıkmaz, kaldığım otele gittim. Resepsiyondaki görevliye – ki o ana dek bana küçümseyerek davranıyordu – “Beni BBC’den arayacaklar, lütfen haber veriniz” diyerek odamda notlarımı derlemeye giriştim. Bir küçük detayı size anlatmamda yarar var. Londra’ya her gidişimde, ünlü Oxford (alışveriş) caddesinin HydePark’a yakın köşesinde yer alan gazete bayiinden, Avrupa’da basılmakta olan Hürriyet gazetesini alır, yurttan haberleri öyle öğrenirdim. Çarşamba günü, olağandışı bir şey oldu. Gazetemi aldım, bir kafeye oturdum. Haberleri okurken gazetenin üçüncü sayfasında bir başlık beni tam anlamıyla şok etti. “Geceyarısı Ekspresi” yazarının Sağmalcılar savcısına yazdığı İngilizce dilekçe…  Yanlış mı görüyorum diye, iki kez okudum haberi. Anımsadığım kadarıyla şu yazıyordu verdiği dilekçede:

Bill Hayes, Midnight Express, Ümit Tunçağ Radyo Günleri, Megaplus dergisi 40. sayı

“Sayın Savcı, Size daha önce bu hapishaneden nakledilmem için dilekçe yazmıştım ama bunu geri alıyorum. Burada tüm yabancı mahkumlara gayet iyi davranılıyor. Bu nedenle isteğimi geri alıyorum. İmza Bill Hayes”. BBC’deki program öncesi, hem de bir gün önce böyle bir yazının elimde olması ne büyük şanstı…

Neyse, Perşembe sabahı erkenden kalktım. Kahvaltımı ettim ve elindeki notlarla BBC’ye yollandım. Ha, bu arada beni BBC’den aradıklarını ve sabah programına beklediklerine dair konfirmasyon notum resepsiyona ulaşmıştı. O ana kadar bana tam anlamıyla kötü muamele eden o görevliyi görmeliydiniz. Bense normal bir olaymış gibi, “Evet, beni 09.00-11.00 arası Simon’ın programında Radio 1’de dinleyebilirsiniz” dedim ve arkamı döndüm, çıktım gittim.

Yayından 15 dakika önce Simon’ın yanındaydım. Selam-sabahtan sonra, “Nasıl izledin mi filmi? Konuşacak mıyız?” diye sordu. Söyleyeceklerim hakkında sır vermeden onu onayladım ve stüdyoya girdik. Çok heyecanlandığımı açıklıkla söylemek isterim. Türkleri yerden yere vuran bir film hakkında, hem de BBC’de konuşacaktım.“OurTune” adlı programının başını ilk kez dinliyordum. Sinyal müziği “Romeo ve Jüliet”ten “A Time For Us”dı… Simon gayet yumuşak bir biçimde girdi programa ve konuğu olarak beni “Türkiye’den Eurovision Şarkı Yarışmasını sunmaya gelen meslektaşım” diye tanıttı dinleyicilerine. “Onunla birazdan Geceyarısı Ekspresi filmi üzerine konuşacağız” dedi. Kalp atışlarım daha da artmıştı. Ne var ki, sakin olmalı ve görüşlerimi anlatmalıydım.

Midnight Express, Ümit Tunçağ Radyo Günleri, Megaplus dergisi 40. sayı

Bir parça çaldıktan sonra, “Merhaba Ümit” diye girdi söze, “Nasıl buldun filmi, beğendin mi?” Tartışmalara ‘olumsuz başlamak her zaman hatadır’ prensibinden çıkarak ilk sözlerim ağzımdan dökülüverdi. “Biz müzik programcısıyız Simon. O nedenle önce müzikten başlamak istiyorum. Filmin müziği olağanüstü… Her sahneye çok güzel dokunuşlar yapmış Giorgio Moroder… Yönetmen Alan Parker’a gelince, elindeki malzemeyi bilmiyorum ama o da çok iyi bir yönetmen… Film boyunca seyirciyi sürekli gerilimde tutuyor. Yalnızca birazcık (!) fazla abarttığını sanıyorum. Simon hemen araya girdi ve “Ama yani Ümit, üzerinde 2 kilo esrar çıktı diye insana hiç müebbet hapis cezası istenir mi?” Ben de tam bu anı bekliyordum. “Yapma Simon. Her ülkenin kendi özel yasaları var. O ülkeye gelen insanlar bunlara uymak zorunda, beğense de, beğenmese de… Örneğin, sizin ülkenizde trafik sol tarafta işliyor. Bu, benim gibi, birçok kişiye garip ve hatta saçma geliyordur. Bu demek değildir ki, ben bildiğim gibi yolun sağından gideceğim! Uymak zorundayım.” “Bu kadar ağır olmalı mı?” diye ısrar ediyor Simon… “Bak, dostum, o yıllarda Türkiye, başta ABD ve Avrupa ülkeleri olmak üzere esrarın dağıtım merkezi olarak görülüyordu ve bu nedenle, bizim ülke için, çok önemli bir gelir kaynağı olan Haşhaş ekimi bile sınırlandırılmıştı. Bu işin kaçakçılığını yapanlara da ağır hapis cezaları uygulanmıştı. Bill Hayes bunu açıkça biliyordu. Zaten filmin yaklaşık ilk 10 dakikası filmin kahramanının otel odasında vücuduna iki kilo esrarı sarması, havaalanına gitmesi ve tam uçağa binerken yakalanmasını gösteriyor. Dikkat etti isen, bu sahnelerde müzik ve Bill’in hızla artan kalp sesini duyuyoruz. O da biliyor bir suç işlediğini!”

Bill Hayes, Midnight Express, Ümit Tunçağ Radyo Günleri, Megaplus dergisi 40. sayı

Simon, Alan Parker’la konuşmalarını savunmak için, “Ama hapishanede çok kötü davranıyorlar” diye ekliyor. Bu soruyu da bekleyen ben, atlıyorum söze… “Ülkelerde, burada da olduğu, her mesleğin iyi ve kötüleri vardır. Burada rastlayacağın kötü bir polis, tüm polisleri kötü yapmaz ki… Zaten ilginç bir şey söyleyeceğim. Filmin tamamında bütün Türkler kötü insanlar. Bir tek hapishanede – o da deliler gibi bir sütun etrafında dönenler – Oxford’dan Ahmet akıllı adam!” “Ayrıca, filmin Sağmalcılar diye çekildiği yer neresi, biliyor musun?” diyerek ben atağa geçtim. “Hayır” dedi gayet şaşkın. “Malta’daki İngiliz hapishanesi… Şaşırdın değil mi?” diye ekledim. “Sizin o adada kimlere ne yaptığınızı bilmiyorum artık!” Simon sıkılmış ve üzülmüştü, “Haydi bir parça çalıp nefes alalım” diyerek hem beni, hem kendisini rahatlattı. Parça arasında, “Amma hazırlanmışsın. Avukat mısın sen?” diyerek esprisini patlattı. Aslında ikinci bölümde yine Türkler adına savunmamı yaptım. Türk rolü oynayan sanatçıların seçiminden, konuşmalarında kullandıkları şiveye kadar her şeyi açıklıkla söyledim. Hiç kimsenin mahkemede, bir ülkenin tüm insanlarına hakaret edemeyeceğini, yalnızca bundan bile yüksek bir mahkumiyet cezası alacağını belirttim. Ama asıl tuş’u sona sakladım.

Baktım ki, benimle ilgili bölümü bitirmeye hazırlanıyor. “Simon, sana bir gazete kupürü getirdim. Dinleyicilerimize Bill Hayes’in Sağmalcılar savcısına yazdığı dilekçeyi okumanı rica ediyorum” dedim ve o ana kadar ceketimin iç cebinde sakladığım Hürriyet gazetesinin mektup baskısını eline verdim. Okumaya başladığında yüzünün ifadesini görmeliydiniz. Tabii ki, sonuna kadar okudu ve bana teşekkür ederek o bölümü kapattı. Program bitimine kadar onunla stüdyoda kaldım. Bitince odasına geçtik ve ilk sözleri “Hiç böyle gözle bakmamıştım filme” diye itiraf etti. “Seni kutlarım” diyerek uğurladı beni.

Değerli okurlarım, yaşamımın en önemli yayınlarından birini BBC Radio 1’de gerçekleştirmiştim. Bunu sizlerle paylaşmanın mutluluğunu yaşıyorum. Bir de, filmle ilgili son notlarımı yazayım. Filmde Bill Hayes’i canlandıran Brad Davis, 1991 yılında AIDS hastalığı nedeniyle intihar ederek hayranlarını üzdü. İstanbul valiliğinin izin vermemesi üzerine, film Malta’da çekildi. Geceyarısı Ekspresi, 1979 Akademi Ödülleri’nde aday olduğu 6 dalın 2’sinde En iyi özgün müzik: Giorgio Moroder ve En iyi uyarlama senaryo: Oliver Stone, Oscar kazandı. Film, Türkiye tarafından protesto edildi.

Film ve kitap arasındaki farklara gelince…

Gerçekte William (Bill) Hayes Türkiye’de yalnızken filmde sevgilisi ile birliktedir. İşkence sahneleri tamamen sonradan eklenmiştir. Hayes, Türk gardiyanlar tarafından işkence gördüğünden ya da cinsel istismara uğradığından hiçbir zaman söz etmemiştir. Ancak filmde de olduğu gibi kendi isteğiyle homoseksüel ilişkide bulunduğunu açıklamıştır.Kitapta; Hayes, hapishane arkadaşının dilini ısırmıyor.Kitabın ve filmin bitişleri de farklıdır. Kitapta Hayes İmralı Adası’ndaki başka bir hapishaneye transfer edilir ve oradan deniz yoluyla kaçar; filmde ise Hayes, istemeden öldürdüğü başgardiyanın üniformasını giyerek gardiyan kılığında hapishaneden kaçar.

Aralık 2004’te Türkiye’ye yaptığı bir ziyaret sırasında kitaptan uyarlanan filmin senaryo yazarı Oliver Stone yazdığı şeyleri çekim aşamasında fazla dramatize ettiğini kabul ederek özür diledi.Yakın zamanda Amerikan basınına yaptığı açıklamalarda da Bill Hayes Türkiye hakkında fikir ve anılarının filmde olduğu gibi sadece negatif şeylerden oluşmadığını ve filmde çarpıtılan Türkiye görüntüsü yüzünden vicdan azabı duyduğunu belirtti.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu