Resimlerini kendisinden önce tanıdım ve sevdim. Renkleriyle içim coştu, heyecanlandım. Işığını sevdim en çok. Gördüklerim hep kadındı. İnadına rengarenk kadınlarını çok tanıdık bulduğumdan belki de, her resmini çok gerçek, çok içten buldum. Her biri birbirinden farklı bu kadınları sosyal medyadan takibe aldığım Filiz Pelit’in kendisinden önce sevdim. Sonra bir gösteri gecesi ilk sırada oturduğunu görüp heyecanlandım. Formatım gereği, gösterimin başında elimdeki listeden yoklama yaparken, kendisini diğer konuklara da tanıttım “olur a, tanımayan vardır belki de” diye. Şaşırdı, inanamadı. Renkleri gibi ışıldayan kocaman bir kalbi var. Filiz’i resimleri kadar sevdim.
Filiz Pelit, Buca Eğitim Fakültesi Resim Bölümü Grafik Ana Sanat Dalı 1985 mezunu. 21 kişisel sergi ve 100’ün üstünde ulusal ve uluslararası sergi açtı. Paris Louvre Müzesi Carroussel Salle de Notre’de her yıl açılan Uluslararası Plastik Sanatlar Sergisi’ne 2008’den beri Türkiye delegasyonuyla katılıyor. Bu sergilerden gümüş(2011) ve altın(2016) madalyası ve ayrıca teşekkür belgesi, onur belgesi ve başarı plaketi bulunmakta. Rusya, İsviçre, Kıbrıs, Almanya, Fransa, İngiltere, Dubai, Tunus, Romanya ve Türkiye’de çeşitli kurum ve özel koleksiyonlarda eserleri var. sayısız ödülü, şahane bir ailesi, vazgeçemediği dostları, inancı, direnci ve resimleri yoluyla yorulmadan anlattıkları var. Başkahramanının kadın olduğu resimlerinde kadın dünyasının gizemli yolculuğu var. ille de “umut” var.
Çocukluk hikayeni okudum Erkan Sevinç’in “70 Hayat” kitabında. Okumaya başlamadan resim yapmaya başlamışsın. Nasıl bir yolculuktur resim?
Bazen öyle bir yolculuktur ki bu, ne çıkacağını sen bile bilmezsin. Elbette kendisine ait bir matematiği var resim yolculuğunun ama planlı değil. Yaşadıkların, etrafta gördüklerin bir potada erir ve sonunda resme çıkar. Bazen bir yerden çıkan küçücük bir parça senin bir serginin konseptini oluşturur. Bir parça, bir duvar dokusu “zamanın kapısında taşlar, yüzler, sırlar” diye bir konsept olur. Bir başka zaman bir kadını resmederken, birden bir küçük çocuk belirir, bir sonraki sergi “masal” olur. Kocaman gözleriyle etrafa bakan çocuklar belirir; “düş çocukları”na dönüşür.
Başlangıçta bunların hiçbirini düşünmemişsindir, süreci yaşarsın. Bu merak ve heyecan da beni besliyor.
Resimlerimde sürprizlere de yer veririm. Resimlerin arasına dokular koyarım, o dokuların arasından figürler belirir. Her sanatçının tarzı başkadır; bazıları başta oturup projelendirir, şuraya şu koyulacak, şu rengi bu rengi kullanacağım gibi baştan belirler. Ben biraz daha ilk başta rastlantısal lekeler, sonrasında figürler, daha sonra plastik dengesiyle kompozisyon kurumu şeklinde ilerliyorum. Kendiliğinden geldiğinde o katılığı kalmıyor, birbirine geçişleri homojenleşiyor. Aslında işin sırrı bu diyebilirim.
Kadınların hep renkli… Canlı ve rengarenk…
Çünkü kadınlar renkli. Benim dünyam masallardan besleniyor, resimlerimi masallar tetikliyor. Ve masallar çok renkli. Masallar en çok çocuklara yakışıyor; biz büyükler zaman içinde yaşamın ağırlığıyla çocukluğumuzu unuturuz, oradaki renkleri unuturuz, grileşir, rengimizi kaybederiz. Benim resimlerim umudun resimleridir. Her şeye inat, hatırlatmak gerekiyor.
Umut, özgürlük, güç, senin için kadının tanımı sanırım…
Umut en önemli şey… Seneler ileriye giderken ne yazık ki kadınların hakları geriye gitti. Bu durum beni üzüyor. Sonuçta, kadın özgür olmalı, kendine yetmeli. Toplumun temel yapıtaşı kadındır. Kadını da erkeği de yetiştiren kadındır. Kendiyle kavgası bitmiş, yaşamla barışık, kültürlü, ayakta durabilen, ayakları sağlam yere basan kadın toplumda ne kadar çoksa, o toplum o kadar güçlüdür. Yetiştirdikleriyle de güçlenir.
Sergilerin arasında genellikle ne kadar zaman var?
Genelde 2-3 senede bir, yeni bir konsept oluşuyor. Bir sergi 15 gün sürüyor. 2-3 senelik hazırlık sürecinden sonra 15 günlük sergi süresinde bütün ruhunu, içini açıyorsun diyebilirim…
Serginin açılış günü akşam evine döndüğünde ne hissediyorsun?
Çok büyük bir rahatlama ve mutluluk… O sürecin sonuna gelmenin bir yandan da hüznü oluyor. Ama en ağır basan his rahatlama hissi oluyor. Çünkü görevini yapmışsın, alnının akıyla bir konsept çıkarmışsın, bunun büyük bir rahatlaması oluyor. Ben her zaman fazladan resim yaparım ve onların içerisinden seçerim. En iyisini istediğim için en çok içime sinen resimleri seçerim ve öyle hazırlarım. Dolayısıyla bir çözülme ve rahatlama hissi ağır basıyor. Ayrıca bundan sonra ne yapacağımın heyecanı da oluyor. Bir maceranın sonuna gelip, yeni bir maceranın başlangıcının yarattığı heyecan da ayrı bir şey.
Çok uzun süredir resim yapıyorsun. Resim senin bağımlılığın…
Evet bağımlıyım, sanat bağımlısıyım. Diyelim ki iki aylığına yazlığa gidiyoruz, ben yine küçük resimleri götürüyorum. Atölyeyi çok özlüyorum; boyalara bulaşmayı, o heyecanı… Benim adrenalinim, beni mutlu eden, hayatla barışık olmama sebep olan, insanlara bakışımı kurgulayan bu… Benim için ailem, dostluklarım ve sanat çok önemlidir, hepsini bir potada eritmek isterim. Biri eksik olsa beni mutsuz eder. O yüzden de aşırı hırslarım yoktur. Mesela sanatta hızlı hızlı gideyim ama ailemi ya da dostlarımı feda edeyim gibi düşüncelerim hiç olmaz. Elimden geldiği kadar bunları bir arada yürütebilmeye çalışıyorum ve böylelikle mutlu oluyorum. Hepsi bir arada olduğunda çok daha iyi sonuçlar ortaya çıkıyor. Eşim de bu konuda bana hep destek oluyor. Gecenin bir vakti evde boyalarla ilgilenebiliyorum, atölyeye gidiyorum. Aksine o daha da mutlu oluyor. Çocuklarım, ailem hep destek oluyorlar ve benimle gurur duyuyorlar. Bunlar da benim için çok önemli.
Çok iyimser bir kadınsın…
İflah olmaz bir iyimserim. O yüzden de genellikle olayların kötü yönüne değil hep olumlu yönüne bakarım. Başıma gelen olumsuz olayları da kabullenip, bununla nasıl baş edebilirim diye düşünürüm, nasıl aşabilirim diye önümdeki seçeneklere bakarım. Hayat her zaman size mükemmeli vermiyor. Her zaman için iniş çıkışlar var. Önemli olan senin bu durumlarla nasıl başa çıktığın. Çocukluğumdan beri böyleydim hep ben. 3 kardeşten en büyüğüyüm, aile olarak birbirimize çok bağlıyızdır. Ben gerçekten çok şanslıyım ama kendi şansımı kendim de yaratırım. İnsan biriktirmeyi çok seviyorum, en büyük zenginliğim sahip olduğum dostlarım… Şöyle dönüp baktığımda 40 senelik uzun soluklu dostluklara sahibim ve çok şanslıyım.
Sanatçılar farklı, sanatta kendilerine odaklı oluyorlar genelde…
Ben şuna inanıyorum, iyi olan bir şeye neden iyi demeyelim ki? Eğer kendine güvenin varsa bir başkasını onore edebilirsin. Kendine güvenin yoksa bir başkasının üzerine basarak ya da karalayarak ilerlersin. Önemli olan emek verip çalışmak; ne olacağını zaman gösterecek, kalıcı mısın değil misin, zamanla belli olur.
Baştan beri ne istediğimi bildim ve onu yaptım. Biliyorsun bizim zamanlarda aileler çok anlayış göstermiyordu, mesela “Sen önce git bir mühendis ol resmi sonra yaparsın” düşüncesi hakimdi genel olarak. Fakat benim ailem beni hep destekledi, bana inandı. Bu da çok önemli.
Ailede sanatla ilgilenen var mıydı?
Babamın kara kalemi çok iyidir, dayım yağlı boya çok güzel yapar, var yani. Benden sonra da kuzenlerim arasında ressam olanlar, yazar olanlar var. Ailemde de sanatın her dalına bir merak var diyebilirim. Kuzenlerimle bunu paylaşabilmek de benim için oldukça keyifli.
Pollyanna ile röportaj yapıyor gibiyim…
Bana göre sen hayatı mutlu karşılarsan mutlu olursun, mutlu karşılamazsan mutsuz olursun. Eşim Metin’in büyük bir sağlık problemi oldu geçmişte. Biz bunu olumlu bakarak atlatabildik, şükrettik. Allah’a şükür atlattı, benim yanımda, çocuklarımın yanında, şükredecek o kadar çok şey var ki… Mesela bazen yolda yürürken durduk yere derim ki “Bugün Allah’ıma şükretmedim, şükürler olsun yürüyebiliyorum, nefesim yerinde, atölyeme gidip boyalarımla buluşacağım, kocam sağlıklı, çocuklarım sağlıklı”. Bazen kaybedince anlıyoruz bir şeylerin değerini. O zaman da yapacak bir şey olmuyor; sadece büyük bir pişmanlık oluyor, zamanında keşke bunu yapsaydım diye düşünüyoruz. Onun için ara ara sahip olduklarımıza şükretmek ve değerini bilmek gerektiğine inanıyorum. Bak mesela seninle şu an ne güzel bir dost sohbeti ediyoruz, sana içimi açıyorum. Pastanemizde oturuyoruz, görümcelerim geldi, sohbetimi ettim. Evime gideceğim, eşim yanımda… Yani şükredecek o kadar çok şey var ki… “Ay bugün yağmur yağdı, ay içim sıkıldı, o niye bana öyle baktı”la mutsuz olmayı seçmemek lazım.
Peki ne düşürür seni?
Sağlık sorunu. Önce sağlık iyi olacak. Çünkü birini kaybetmenin ya da sağlığın kötüye gitmesinin telafisi olmuyor. Zor zamanlarda bile pozitif bakmak lazım. Eşimin iki kere 19’ar günlük yoğun bakım dönemi oldu; o dönemlerde çok zor günler geçirdik. Böyle zamanlarda hayatınız o kadar çok değişiyor ki; insanların ne kadar gereksiz şeylere kafayı taktığını görüyor, bazı şeylerin ne kadar önemli olduğunu fark ediyor, şükretmeyi öğreniyorsunuz. Hayatta yaşadığın her şey seni olgunlaştırıyor…
Kaç yıllık evliliğiniz?
1987 yılında evlendik. Metin’le önce arkadaştık, zekası ve esprili kişiliği ile kalbimin baş köşesine oturdu. Arkadaş olduğumuz dönemlerde Metin tıpta okuyordu. Boğaziçi Makine Mühendisliğini bırakmıştı. Doktor oldu sonrasında ama ben onu askerlik ve intörn zamanı beyaz önlükle gördüm. Aile şirketimiz Sevinç Pastanesi’nin yöneticiliğini tercih etti. Beni de yapamadığı tek şey olan resimi yapabildiğim için hep destekler ve hayranlık duyar. Ömür boyu el ele, yürek yüreğe bir yaşam geçirdik. İki oğlum var Burak ve Kenan Doruk. Bu yıl oğlum Burak evlendi ve Hilal adında çok tatlı bir kızım oldu. Burak’ta 5 yıllık çalışma hayatının ardından pastanenin yönetimine geldi.
Resimlerinde isim yok senin…
Seneler önce ilk sergimde açılışa gelen herkesin eline küçük kağıtlar verdim ve dedim ki “resimlerde isim yok, resmin numarasını yazın ve size hissettirdiği ismi yazın”. Sonra hepsini topladım, aynı resim için o kadar farklı hisler ve isimler çıktı ki… Birisi “bu bana savaşı hatırlattı” derken diğerleri “mutluluk, pamuk prenses, sevgi”, bir başkası “hüzün” diyor. Yani aslında herkes kendi içindekini görüyor. İnsanlar bunu bu kadar zengin alabiliyorsa ben bir isimle sınırlamak istemedim. Sadece bir konsept belirledim. Bu konseptler genel bir çatı; devamını izleyiciye bıraktım. Çünkü o kendi hikayesinden bir parça koyacak.
Önümüzde hangi projeler var?
13 Mart’ta Ankara Art Sanat Fuarı’na katılacağım, Aysel Gözübüyük Sanat Galerisi’yle. Portakal Çiçeği Sanat’ta seçki var o da eş zamanlı olacak. İki sergide olacağım yani Ankara’da. Ayrıca önümüzdeki ay Japonya Tokyo’da açılacak olan karma sergide yer alacağım.
Heyecanlandırıyor değil mi?
Elbette, hem de insana bir hedef veriyor. Bir hedefin olması da canlı tutuyor.
İstanbul’da Hakan Esmer’in başkanlığında Alarm Art diye çok iyi bir grup var ve proje sergileri yapıyorlar. Ve proje sergileri konusunda Türkiye’de öncüler. Onların yaptığı bir proje olan 365 diye bir sergi var. A3, A4, A5 boyutunda tahta üzerine herkes resimlerini yapıyor, onlar Ankara’da sergilendi, şimdi İstanbul’da Terakki Vakfı’nda sergilenecek. Farklı farklı sergiler oluyor, onlara hazırlanıyorum. Birkaç tane daha böyle karma sergiler var.
Resim yapmayı hangi eyleme benzetiyorsun?
Yaşam, yaşamın kendisi. Bundan daha canlı, daha sahici bir şey yok. Yaşam gibi inişleri çıkışları var, kavga ediyorsun resimde, oluşmasını sağlıyorsun, mutlu oluyorsun, keyif duyuyorsun. Heyecanı, hazzı alıyorsun. Bir şeyler ortaya çıkıyor aynı çocukların gibi. Aşkla bir arada oluyorsun aynı kocan gibi. Mücadele ediyorsun aynı yaşam gibi. Yaşamın kendisi sanat…
Nasıl bir annesin?
Bilmem ki, onlara sormak gerek. Elimden geldiği kadar sevgiyle büyütmeye ve onları anlamaya çalıştım. Onlara her zaman saygı duydum. Çocuklarımı başkalarının yanında zor durumda bırakacak, despotluk yapacak bir anne olmadım hiç. Onlara her zaman güven vermeye çalıştım ve onlar da bunu bilip bana her zaman güvenirler. Mesela bir şeye “hayır” dediğimde onun “hayır” olduğunu bilirlerdi, ısrar etmezlerdi. Ama bir şeye tamam yapacağım dediysem de tüm şartlarımı zorlayıp onu yapardım ki bana olan güvenleri kaybolmasın…
Arkadaş ilişkilerinde de belli prensiplerin var değil mi? Saygı önemli senin için…
Saygı önemli, çünkü neyi veriyorsan onu bekliyorsun, ben de arkadaşlarıma saygılıyımdır, kırmamaya çok özen gösteririm.
Ders almayı bilir misin?
Bilirim ama şu var, kinci değilim. Bir insana çok zor kırılırım, hayatımdan bir insanı çok zor çıkarırım. Grilerim vardır, önce onu anlamaya çalışırım. Hangi şartlarda, bunu neden yaptı diye düşünürüm. Anlayabileceğim bir şey ise mutlaka şans veririm. Siyah ya da beyaz kadar keskin, köşeli değilimdir. Bunu yaptı bitti demem. Ama gerçekten birini hayatımdan çıkardığımda da tekrar geri dönüşü olmaz benim için ama çok azdır bu, bir elin parmaklarıyla bile sayılmaz.
Resim çok içten ve doğal gelen bir şey, peki eğitimin önemi nedir?
Sanatı daha kapsamlı öğrenip ortaya çıkarmak için eğitim gerekli. Şu da var, diyelim ki o dönemki eğitim alamadın, artık birçok yolu var ve hiçbir şey için geç değil. İnternetten, iyi hocalardan, atölye çalışmalarından bir şekilde ders alınabilecek pek çok yöntem var. Resimde sınır yok. 60 yaşında balerin olamazsın ama resim yapabilirsin. Resim insana ve insanın her yaşına yakın olan bir dal. Bir yeteneğin varsa sevincini, hayatını, ruhunu, kızgınlığını her şeyi alıp yansıtabileceğin bir şansın var.
Resmin öğretilebildiğine inanıyor musun?
Kesinlikle inanıyorum, öğretilebilir tabii ki. Resmin bir matematiği var. Ölçüyü, tekniği, boyaları, deseni, mükemmel bir şekilde çizmeyi sıkı bir çalışmayla öğrenebilirsin. Hobi düzeyinde her şeyi yaparsın, hobi düzeyinden sanat düzeyine geçmek için de özgün kimsenin yapmadığı kendi ruhunu yansıtan eserler ortaya koyabilmesi gerekiyor. Bunu yapabilenler sanat düzeyine geçebiliyor. Eğer mümkün olmuyorsa hobi kısmında kalıyor. Hobi ya da sanat resim bir yere kadar öğretilir, bir yerden sonra senin yeteneğinle ve hislerinle özgün bir dil oluşturursa ne ala.
Tarihte bir kadın olsaydın nerede yaşamak isterdin? Ne olmak isterdin?
Paris ya da İtalya. Rönesanssın başladığı zamanlarda, Roma ve Floransa. Ve yine ressam olmak isterdim.
Renklerin kadınısın aslında ama senin en rengin hangisi?
Bütün renkleri seviyorum, kırmızıyı, maviyi, royal blue denen tonu çok seviyorum. Sevdiğim renkler var, beni ben eden çok renk var.
Aklının kaldığı bir şey var mı? Keşke şunu yapsaydım, keşke şuraya gitseydim dediğin…
Keşke birkaç dil birden biliyor, konuşabiliyor olsaydım. Hala bu yaşımda bile “sadece İngilizce değil, Fransızcayı, İspanyolcayı bilip 3-4 dili akıcı konuşabiliyor olsaydım” diyorum. O zaman daha çok kendini dünya vatandaşı gibi hissediyorsun. İnterneti daha iyi kullanıp, kendini daha iyi ifade edip, bilgiye daha çok ulaşabiliyorsun. Ve resmini kendin anlatabiliyorsun. Daha çok kişiye anlatabilmek isterdim.
Resim aşkıyla kocaman bir hikaye yazmış Filiz Pelit. Yaşamının çeşitli dönemleri onun önce resimlerini, ardından sergilerini oluşturmuş. O çocuk kalp “Düş Çocukları”nı hayata geçirmiş, büyümüşler, çerçevelenip asılmışlar, gitgide “Bilge Kadınlar”a dönüşmüşler. Tıpkı kendisi gibi; çocuk kalbini hiç unutmayan bir “bilge kadın” ile görüştüm ben. Rengarenk kal sevgili Filiz…