Röportaj: Lucas Stam
Röportaj. Canan Boz
“Hint müziğinin içine girdikten sonra müziğin ne olduğunu gerçekten anladım”
Lucas Stam
Lucas Stam, Hollandalı çello sanatçısı, besteci, hukuk felsefesi öğretmeni. Kızımla evlenerek benim de çok iyi bir arkadaşım oldu. Kendisiyle yakından tanışan biri olarak şunu açıklıkla söyleyebilirim ki, onun candan ve doğal aurasına hemen alışıverirsiniz. İçinizi ferahlatan nane şekeri tadındaki bu kişiliği sizlere tanıştırmak istedim.
Hayatında ilk duyduğun müzik parçasını hatırlıyor musun?
Michael Jackson’ın Billy Jean, Beat It ve Bad gibi efsane şarkılarıydı. İlk kasetçalarımı almıştım ve onun kasetini durmadan, üst üste çalıyordum. Tam bir MJ delisiydim, videolarını izleyip dans figürlerini de çalışıyordum.
Müzikle ilgilenmen nasıl başladı?
Anne ve babam, ailede herkesin bir enstrüman çalmasını istedi. En büyük ablam piyano, diğer ablam flüt, ağabeyim ise kemanı seçti. Alt yaşındayken sıra bana gelince viyolonseli seçtim. Çünkü kemandan çok daha büyük ve çalması daha havalıydı.
Bize müzikal yolculuğunu anlatır mısın?
Konservatuarda birkaç sene viyolonsel bölümünde okudum. Ama içten içe klasik müzik eğitiminin benim için fazla formal ve sınırlayıcı olduğunu biliyordum. Mesela bir grup dersinde bütün öğrenciler ardı ardına aynı eseri çalıyordu hocamıza. Aynı çello konçertosunu yedinci kez duymaktan şiştiğim bir anda, yan odadan gelen müthiş seslere kulak verdim. Hemen sıvışıp o odaya geçtim. Müthiş şekilde Latin Jazz çalıyorlardı ve içerideki herkes dans ediyordu. Ben de kalçamı sallamaya başladım ki birisi gelip bunun bir sınav olduğunu bilip bilmediğimi sordu.
Konservatuardaki klasik eğitimi bıraktıktan sonra kendimi nihayet özgür hissettim. Çellom ile birçok farklı tarzları keşfedip emprovize /doğaçlama yapmaya başladım. Hint flütü bansuri ve didgeridoo (bambudan yapılmış boru şeklinde Aborjin üflemeli çalgı) gibi egzotik enstrümanlar çalan müzisyenlerle konserler vermeye başladım. Tekno festivallerde DJ’lerle birlikte, Alman rock yıldızı Herbert Grönemeyer ile turneye çıktım. Bunun yanında Tango Aliado Quartet ile iki tango albümü, mult-enstrümantalist Wieke Gaarcia ile bir dünya müziği albümü yaptım.
Farklı müzik tarzlarının müzik zevkine katkısı oldu elbette…
Farklı müzik tarzlarını denemek, müzik zevkimin berraklaşmasına yardımcı oldu. Yapmak istediğim meditatif ve hem çalanı hem dinleyiciyi transa sokan bir müzik. Elektronik dans, Afrika müziği, Steve Reich, Simeon Ten Holt ve Philip Glass gibi minimal müzik kompozitörleri beni etkileyen müzikler. Takip ettiğim bu yol beni üç yıldır üzerinde çalıştığım Klasik Hint Müziğine götürdü. Mumbai’de maalesef yakın zamanda kaybettiğimiz Grammy ödüllü sarangi sanatçısı Dhruba Ghosh ile, Hollanda ve Çekoslavakya’da usta vokalist Nirmalya Dey ile çalışma şansını buldum.
Tüm bu değişik tatlar yaylı çalgılar için bestelediğim quartet ve eşim, piyanist Aslı Boz ile birlikte çaldığımız piyano-çello için bestelediğim eserlerde yerini buldu.
Üniversitede hangi dalda okudun ve neden müzikle devam etmeyi seçtin?
Hukuk bölümünde yüksek lisans derecem var. Uzmanlığım ise hukuk felsefesi alanında. Ancak müzik her zaman için benim önceliğim oldu, yani bu anlamda kendimi yön değiştirmiş hissetmiyorum. Bir dönem baroya kayıtlı olarak avukatlığı ciddi olarak denedim ama üç ay sonra istifa ettim. Çok ünlü bir hukuk bürosuydu, patronum işi bıraktığıma inanamadı. Sonrasında üniversitede hukuk felsefesi öğretmenliği teklif edildi ki bu benim için daha ilgi çekiciydi. Aynı zamanda müzik çalışmalarıma zaman bulabiliyordum. Sanırım hayatımın bu döneminde de uygun ücretli bir iş ile müzik çalışmalarımı sürdürebileceğim zaman arasındaki dengeyi bulmaya çalışıyorum.
Müzik ile felsefenin ortak yönleri var mı sence?
Evet, kesinlikle! Örneğin, bir eser yaparken iyi bir başlangıç fikiri, belirgin bir melodik cümle, ritim veya armoni ararsın. Sonra hepsine değişik açılardan yaklaşırsın. Birçok varyasyonlar dener, neyin işe yarayıp yaramadığını görürsün. Çoğu zaman başlangıç fikrini yeniden şekillendirirsin ya da onu atıp sil baştan yaparsın. Sonunda amaç iyi bir hikaye sunmak. Ve bu hikayeyi mümkün olan en güzel şekilde anlatmak. Felsefenin özü bu süreçten çok da farksız değil. Tabii bazı teoriler tıpkı bazı müzikler gibi estetik unsura daha az özen gösteriyor. Bana göre bunları okuması ve dinlemesi daha az çekici.
Hint müziği senin müzik yaşamında neden bu kadar önemli?
Klasik Hint Müziği hakkında çok konuşabilirim, ama kısaca anlatayım: Bu müzikte tüm tutkularım birçok dereden beslenen bir ırmak gibi bir araya geliyor. Her şeyden önce doğaçlama esasına dayanır, yani anda bestelemeye dayalı bir tür. Bu türde çalarken yoga, sörf ya da tümüyle içine gömüldüğün başka bir aktivitede olduğu gibi kısa zaman içinde bir akışa kapılırsın. Bu bağımlılık yapan muhteşem bir duygu. Aynı zamanda zihninizi canlandırır, çünkü aynı matematikte olduğu gibi hatırlaman gereken birçok farklı ölçüler ve müzikal aralıklar var. Tabii ritimler de çok karmaşıktır. Şunu söyleyebilirim ki, ancak bu müziğin içine girdikten sonra müziğin ne olduğunu gerçekten anlamaya başladım.
İçsel huzurun nelerden beslenir?
Doğa, yoga, meditasyon, Hint müziği çalmak, sörf yapmak. Birisini seçmem zaman yapabilirsin.
Güne nasıl başlarsın?
Yoga temelli bir egzersiz ya da yüzme, biraz meditasyon ve arkasından soğuk duş ve kahvaltı. Sonrasında müzik çalışmaya hazırım.
Yakın zamanda oğlun Mika doğdu. Onu müzikle ilgilenmesi için teşvik eder misin?
Bence zaten ilgili. Ne zaman muhteşem Hintli bansuri (bambu flüt) sanatçısı Hariprasad Chaurasia’nın bir plağını çalsam ellerini ve ayaklarını Tai Chi yapar gibi hareket ettiriyor. Hollandacada bir deyim var “de muziek wordt hem met de paplepel ingegoten”, yani “müzik ona bir tatlı kaşığında zaten veriliyor”. Sanırım sorunun yanıtını vermiş oldum.
Müzikal türden herhangi bir düşün var mı? Belli bir sanatçıyla ya da grupla konser vermek veya belli bir konser salonunda performans yapmak gibi.
Evet, öncelikle piyano ve çello için kendi kompozisyonlarımdan oluşan bir albüm yapmak istiyorum, böylece eşimle bu eserleri çalabilelim. Ortak düşlerimizden birisi etkisi altında kaldığımız Japonya’ya seyahat etmek. Şimdiden iki eser tamamladım, aynı albüm için çalışmaya devam etmem gerek. Başka bir hayalim ise çellomla geleneksel Hint Müziği konseri vermek.
Bildiğim kadarıyla Arjantin’den Hindistan’a, Afrika’dan Kuzey Amerika’ya kadar birçok ülkeye seyahat ettin. Seni en çok neler etkiledi ve neden?
Bir öğrenci değişim programı ile Yeni Zelanda’da bir sömestr okudum. Doğanın saflığı beni unutulmaz şekilde etkiledi. İnanılmaz güzel bir doğa ve insanlar çok sakin. Bir gün tekrar sörf ve yürüyüş yapmak için oraya geri dönmek isterim.
Keza Hint ve Japon kültürleri de beni derinden etkiledi. Zen-mentali, mükemmeliyetçilik ve insanların rafine oluşları nedeniyle Japon kültürü; ve hemen her şey ve herkeste görülen renkli kaosu, kaçınılmaz spiritüelliği dolayısıyla Hint kültürü. Her ne kadar bu iki kültür birbirlerine zıt gibi görünse de – düzene karşı kaos – bu iki kültürün geleneksel kültürlerini korumak gibi ortak bir yönü var. Popülist Bat kültürünün ağır etkisinden kaçamasalar da…
Bu yerlerin arasına eşimin ailesinin Seferihisar’daki yazlığının beni her zaman büyülediğini eklemek isterim. Bahçeden deniz manzarası o kadar muhteşem ki kelimelerle anlatamam.
Peki, yeni doğmuş oğlunuz Mika için bir kompozisyon yapma düşüncen var mı?
Ha, bu soruya cevap kolay işte: Evet, var!
Yakın zamanda gerçekleşecek bir projen var mı?
Evet, daha önce sözünü ettiğim piyano-çello eserlerini de içeren albüm projem. 2020’de albümü çıkarmayı planlıyorum. Sonrasında çello, didgeridoo, perküsyon ve vurmalı çalgılardan oluşan Arches Ensemble ile Ekim 2019 sonunda bazı kayıtlar yapacağız. Son albümümüz El Compás ile de tango quartetm Tango Aliado ile konserlerimiz devam edecek.
Sevgili Lucas, yeni baba olmanın heyecanı, sorumlulukları arasında bu röportajı yapma keyfni bana tattırdığın için çok teşekkür ederim. Tüm düşlerine kavuşman dileklerimle.