Ünlü Diskjokeylerle Söyleşi
Yine çılgın günlerimizden biri… Sevgili meslektaşım Sebla Özveren’le “beyin fırtınası” yapıyoruz İzmir Radyoevinde. 1979 yılı Yılbaşı programında “TRT-3’de nasıl sansasyonel, ses getiren bir program yapalım?”
Galiba sonbahar günleri… Dışarda İzmir’in o ince yağmuru var. Aslında birçok kişiye sıkıcı gelen bu hava, bizim için sanki bahar havası. “Üç saat CANLI yayın” diyoruz. Sebla itiraz ediyor. “Yahu,” diyor “Bunu İzmir Radyosunda yıllar önce yaptık”. Muhteşem bir müzik yayınıydı, 20.00’de başlayıp 01.00’de yani yeni yılda bitirmiştik. Nerdeyse tüm spiker arkadaşlarımız da bu yayında bizlerle birlikte yayındaydılar. Ben hemen atlıyorum. “Avrupa’dan ünlü bir sanatçı getirelim. Onunla sabaha kadar, sabaha dediysem 01.00’e kadar yayın yapalım” fikrini atıyorum ortaya. Servisteki nerdeyse tüm arkadaşlar yüzlerini buruşturuyor. Biri “Yok kardeşim, TRT nasıl ödeyecek bu parayı?” Eee, o da haklı… Şunu diyoruz olmuyor, bunu diyoruz olmuyor. Birden hangimizin aklına geldiyse -vallahi hatırlamıyorum-, “Gidip Avrupa’nın ünlü Diskjokeyleri ile konuşalım. Onlar da geride bırakacağımız 1978 yılı içindeki en sevdikleri parçayı TRT-3 dinleyicilerine armağan etsinler” diyor.
Bir süre birbirimize baktığımızı dün gibi anımsıyorum. Bu ne güzel bir fikirdi böyle! Amaaaa… Aması vardı, TRT yönetimi bunu kabul edecek miydi? Biz yine de o kısmı hiç düşünmeden planlamamıza başladık. Sebla, Almanca bildiği için Almanya’ya gidecekti. İstanbul’dan arkadaşımız Nejat Çetinok, Galatasaray Lisesi mezunu idi, Fransa’ya gitmeliydi. Eğer sevgili Bülent Gül arkadaşımız TRT’den ayrılmamış olsaydı, adayımız kesin o olacaktı. Neyse, bana da, İzmir Koleji mezunu (şimdiki Bornova Anadolu Lisesi) olarak İngilizce bilgim nedeniyle Hollanda ve İngiltere kalmıştı.
Şimdi iş, konuyu resmileştirmeye kalmıştı. Amacımız, TRT-3’ün 1979 yılına girerken hazırlayacağımız “Yılbaşı Akşamı” yayınına bir yandan Türkiye’de listelere giren Türkçe, İngilizce, Fransızca ve İtalyanca parçaları çalarken, aralara bizim DJ’lerle hazırlamayı düşündüğümüz bu parçaları koymaktı. Fikrimizi, bağlı bulunduğumuz Ankara merkezdeki önce Program Daire Başkanlığı, sonra da Müzik Daire Başkanlıklarına bildirdik. Doğrusunu isterseniz hayli ümitsizdik bu konuda. Kurumun üç çalışanı, dört değişik ülkeye gidecek, birkaç gün kalacak, bu sesleri kaydedecek ve sonunda programı gerçekleştirecek. Ütopik bir teklifti bu gerçekten.
Ama günlerden bir gün, Kasım ayının başında – tıpkı bugünler gibi –“Onay”çıkıverdi Genel Müdürlükten. Hemen gideceğimiz ülkelerdeki kurumlara, benim gideceğim Hollanda’da NOS, İngiltere’de de BBC’ye yazılar yazıldı. Konu basit bir şekilde onlara da anlatıldı ki projeye yardımcı olsunlar. Gidiş planımızı Aralık ayının ilk haftasına göre yaptık. Oralarda Noel nedeniyle çok yoğun oldukları, ardından da tatile girdiklerini biliyorduk. Biletler alındı. Nejat İstanbul’dan doğrudan Paris’e giderken, Sebla ile ben önce Bonn, oradan da Amsterdam’a uçacağız. THY’den biletlerimizi alıyoruz. Laf aramızda, kız kardeşi Semra yıllarca kabin memurluğu ve kabin amirliği yapmasına rağmen Sebla uçağı ve uçmayı hiç sevmez!
Bindik uçağımıza, tam havalanacağız, Sebla koluma yapışmaz mı? Titriyor korkudan. Neyse uzun süre benim sol kolum -o pencere tarafında oturuyordu- morararak yol aldık. Asıl komedi inmeye yakın yaşandı. Uçak önce Bonn’a, sonra Amsterdam’a gidecekti. Bonn havaalanının sis nedeniyle bir süre kapalı olduğunu, bu nedenle bu bağlantılı uçağın önce Hollanda’ya, sonra Almanya’ya ineceğini anons etmezler mi? Bir kıyamet daha koptu. Neyse, Sebla’yı teskin edip oradaki – kız kardeşinin de yakın bir arkadaşı olan – hostese teslim ederek Amsterdam’a indim. Otele yerleştikten sonra ilk işim Amsterdam’ın en işlek anayollarından birinde yer alan Türkiye Turizm ofisimize gittim. Müdürü sordum. “İçerde” dedi İngilizce konuşan bir hanım. Girdim Müdürün yanına, “TRT’den geliyorum, NOS’a gideceğim. Acaba bir tanıdığınız var mı?” diye sordum. Tam 4 yıldır orada görev yapan Müdürümüz ne NOS’a gitmiş, ne de birilerini tanıyor.
İş başa düştü ve hemen öbür sabah kurumun bulunduğu Hilversum’a trenle gittim. Baştan sona iki saatte gidebileceğiniz dümdüz bir ülke Hollanda. Her taraf yemyeşil, lale tarlaları çiçeklerle bezenmiş, uygar bir yer kısaca. Neyse, gittim kapıya. “Ben TRT’den geldim. Sizin diskjokeylerinizle konuşup kısa programlar yapmak istiyorum” dedim. Bana kısa bir süre sonra, kurumun Halkla İlişkiler bölümünden şirin ve güler yüzlü bir hanım geldi. Konuyu bir de ona anlattım. “Hiç merak etmeyin. Burada bulunan tüm arkadaşlarla sizi görüştürürüm” diyerek beni yanına kattı ve başladık yeşil çimenler üzerinde çoğu tek katlı binalardan oluşan stüdyolara doğru yürümeye… Bu arada bu genç bayandan NOS’un (yani Hollanda Yayın Kurumunun) içinde 5 ayrı yayın grubu olduğunu öğrendim; Sosyalistlere ait (VARA), Protestanlar için (NCRV), Katoliklere yayın yapan KRO, Liberal Protestanlar için görev yapan VPR ve Radyo Yayıncılığı Derneği AVRO.
Binaya girdik. Kızımız Program Müdürüne durumu anlattı o da beni birkaç diskjokey’e ve program yapımcısına yönlendirdi. Bana bir stüdyo verdiler ki tüm kayıtları orada yapalım. Hiç unutmuyorum; Dire Straits’in 1978 hit parçası “Sultans of Swing”i ilk kez orada duyuyorum. Bir saatte, söyledikleri gibi 4-5 yapımcı meslektaşımla bandımızı yaptık. Sonra biri beni stüdyosuna çağırdı, onunla birlikte kısa bir süre için de olsa canlı yayına katıldım. Günün sürprizi ise, NOS stüdyolarına Yılbaşı programı için gelmiş olan ünlü Pop sanatçısı Rod Steward’la binanın kantinine giderken yolda karşılaşmamız… Kısa bir sohbet ayaküstü, bende inanılmaz bir şok! Şaşkınım. “Rüyamda görsem inanmam” diyorum kendime.
Buradaki maceram bitiyor derken, meslektaşlarımdan biri, “Haydi” diyor bana. “Ben şimdi Philips plak şirketi binasına gidiyorum. Yeni plakları verecekler. Seni de götüreyim. Sen de birkaç plak alırsın” diyor. Alın size bir güzel şok daha! Gerçekten muhteşem Philips plak stüdyolarına gidiyoruz. Pazarlama elemanı arkadaş beni hem seviyor, hem de Türkiye’den böyle birinin gelmesine şaşırıyor. Bir kutu veriyorlar bana. İçine 25’e yakın yeni piyasaya çıkacak plak koyuyorlar. Daha doğrusu birçoğunu ben seçiyorum. Ve bu güzel günün sonuna geliyorum.
Yazım yeteri kadar uzun oldu. İngiltere maceramı ve TRT–3 yayınımızı gelecek sayıda anlatmak üzere…