Röportaj: CAN GÜÇKAN
Röportaj: Canan Boz
Bu ay yeni albümü çıkmak üzere olan İzmirli genç keman sanatçısı Can Güçkan’ı konuk aldım. 1988 İzmir doğumlu Can müzisyen bir aileden geliyor. Ağabeyi Ziya Güçkan’ın yanı sıra hala, dayı ve kuzenlerinin çoğu müzisyen. Anne ve babası müzisyen değil ama gerçek anlamda müziksever insanlar.
Konservatuarı İzmir’de mi okudun?
Evet, 1997 yılında İzmir’de başladım. O zaman 8 yıllık eğitim söz konusuydu ve kursiyer mantığıyla öğrenci alınıyordu. Kursiyerlik dönemi bitince konservatuarın lise bölümüne sınav ile giriyordunuz. Yarı zamanlı yani. 4. sınıftayken ilk Kartal Akıncı beni sınıfına aldı. Lisans 1’in ortasına kadar Kartal Akıncı’yla devam ettim. Lisans 1’in ortasında Belçika’dan aslen Amerikalı olan Prof. Jerold Rubenstein –ki çok ünlü bir pedagog öğretmendir-, okulumuza geldi. Bu çok büyük bir şans oldu benim için. Kartal Hoca da bu yeni öğretmenin sınıfına geçmek isteyenleri yüreklendirdi, anlayışla karşıladı. Biz de birkaç arkadaş Prof. Rubenstein’ın sınıfına geçtik ve onun sınıfından mezun oldum.
Enstrümanını kendin mi seçtin?
Aslında ağabeyim Ziya Güçkan da viyolacı olduğu için ben de viyola çalacağım diye tutturmuştum ama Kartal Akıncı beni kemana aldı. Çocuk yaştaydım, keman benim için yeni bir şeydi, karşı çıkmadım. “Viyolacı olacağım” diyordum ama kemancı olmayı da kabul ettim doğal olarak. Sonrasında viyolaya başlama fırsatım da oldu. Prof. Rubenstein’la viyola da çalıştım. Tabii ki bir viyolacı gibi viyola çalmak apayrı bir konudur, herkes kemancıların viyola çalabildiğini zanneder ama ikisi çok farklı enstrümanlar. Çok fazla çalışma istiyor, ama viyola ile oda müziği olsun, solo konser olsun, çeşitli konserler verdim. Albümde de bir parçada elektrik viyola kullandım.
Sence İzmir’de müzikal çalışmalarını sürdürmek için yeterli potansiyel var mı?
İzmir’de Türkiye’nin en nitelikli konser salonu olan Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi var. Uluslararası standartlarda, muazzam bir yer. Koltuk sayısı açısından da yeterli bir salon. Bazen insan “keşke 10000 kişilik salon olsaydı burası” da diyor. Ama imkânlar verildiğinde orada güzel işler çıkıyor. Ağabeyim ile kurduğumuz bir orkestramız var, ismi Camerata İzmir. Kurduğumuz bu orkestra ile bu merkezde birçok konser verdik. Belediye ve o dönemki AASSM yönetimi bize destek çıktığı için bu konserleri verebildik, maddi olarak bu işlerin altından kalkabildik. Umarım gelecekte tekrar kaldığımız yerden devam edebiliriz Camerata İzmir ile. Müzik işi bütçe ve destek istiyor. Devlet dairelerindeki yöneticilerin, STK’ların destekleri olmadığı sürece müzik işi yürümüyor. Sponsorluk çok önemli. İzmir’de AASSM dışında da bir sürü salon var, ama çoğunluğu teknik açılardan yetersiz. Dernek salonları müzisyenlere oldukça destekte bulunuyor, salonun ücretsiz temini gibi konularda yardımcı oluyorlar. İlçe belediyelerinin salonları var, hatta orkestrası olan bir ilçe belediyemiz bile var. Destek olmasa bir müzisyen ya da bir müzik topluluğu tek başına o konser salonunu kiralayıp, konserin reklamını yapıp, bundan bir şekilde salonun parasını çıkartmaya çalışıp, bir yandan da evini geçindiremez. Ben şanslı biriyim. Neden? Çünkü İzmir Devlet Opera ve Balesinde keman sanatçısıyım, oradan aldığım maaşım var. O beni biraz daha özgürleştiriyor ama böyle olmayan da çok arkadaşımız var. Onlar da konser verebilmek için direniyorlar, uğraşıyorlar. Bazıları da şanslarını yurtdışında deniyor, ne yazık ki ülkede iş imkânı bulamayan çok değerli yetenekler, müzisyenler var… Dinleyici konusuna gelirsek İzmir dinleyicisi popüler kişileri ve eserlerin yer aldığı konserleri tercih ediyor genellikle. Bu durum da bir süre sonra monotonluğa dönüyor ister istemez. Yeniliklerden ziyade sürekli kendini tekrar eden bir sonuç yaratıyor..
Gelelim albümüne… İlk kez kendi albümünü çıkarıyorsun Can. “Homine” ismine nasıl karar verdin?
Aslında Homine albümü ve Animalis benim bir projem. Animalis bir single. Homine Latincede “insan”, “adam” anlamına geliyor. Latince kullanmamın sebebi, geçerli bir ölü dil olmasıdır. Ölü dil olduğu için de değişime uğrayamaz. Kullanım amacım tamamen bu.
Benim parça sıralaması olarak kafamda oluşturduğum bir kolaj var. Mesela ilk eser Hindemith’in prelüdüdür. Notası 2013’te, Almanya’da bulundu. Bunu doğum gibi düşündüm; ilk parçayı insanın doğuşu gibi ön giriş olarak canlandırdım kafamda. Ardından gelen parçalar da çocukluk, gençlik sırasıyla gidiyor. Projenin ismini de kız arkadaşım Melisa ile birlikte bulduk, en büyük destekçilerimden biridir kendisi. Kafamda oluşturduğum bu kolaja en uygun isim Homine diye düşündük beraber. Single çalışmam Animalis’de bir hayvanın hikâyesi olacak, Animalis ise Latincede hayvan anlamına geliyor. Bu projelerde ailemin ve arkadaşlarımın desteğini çok hissettim. Yanımda oldukları için çok mutluyum. Homine ve Animalis Motiva Media & Art etiketiyle tüm dijital platformlarda yerini alacak.
Single hazırlığından bahseder misin?
Homine’nin devamı olarak Animalis adında bir single çalışmam olacak. Animalis Boğa Ferdinand’ın hikâyesini anlatıyor. Boğa Ferdinand, Munro Leaf’in bir masalıdır. Masala özel beste yapan ise İngiliz besteci Alan Ridout. İngilizceden çevirisini ve adaptasyonunu kendim yaptım. Kemancı aslında hem çalıp hem anlatabiliyor, besteci ona imkan verecek şekilde yazmış ama elbette bunu yapabilmek ayrı bir yetenek, dolayısıyla Yetkin Dikinciler ile birlikte çalıştım. Yetkin Bey gerçekten etkileyici sesiyle esere çok güzel can verdi.
Ne zaman çıkacak bu single?
15 Eylül’de çıkacak. Umarım bir aksilik çıkmaz ise dijital platformlarda olmasının yanı sıra 4 Ekim Hayvan Hakları Günü’nde 45 devirli 12 inç boyutunda plak baskısı çıkacak. Albümün ve single’ın tüm gelirlerini Türkiye’de işini çok iyi yapan iki farklı vâkıf var. Onlara bağışlamak istiyorum, ama şu an vakıfların ismini vermeyeyim. Türkiye’de bu tarz konular suistimale uğrayabiliyor, vakıflardan birinin Basın Koordinatörü ile konuşmam sonrasında isimlerini açıklamamam konusunda uyarıldım. Bağışlar konusunda bilgi isteyen kişilere şahsen bilgi verebilirim.
Performans gününde performanstan önce dikkat etmen gereken konular oluyor mu?
Tabii ki. Mesela konserimin olduğu günler kahve ve çay içmem, bol su içmeye özen gösteririm ama konserden bir saat önce su içmeyi de keserim. Su önemli çünkü spot ışık altında çok fazla su kaybediyorsunuz ve icrayı zorlaştırıyor.
Performans sırasında yaptığın bir ritüelin var mı?
Güler yüzle konsere çıkmak çok önemli benim için.
Eserlerini çalmaktan en çok keyif aldığın isimler kimler?
Güzel bir soru. Dmitri Shostakovich aşığıyım ben. Her eserini ayrı ayrı seviyorum. Hatta albümde Alfred Schnittke’nin Shostakovich’in ölümü anısına yazdığı bir prelüd var, onu da seslendiriyorum.
Dünyadaki müzik türleri arasında sınırlar kalktı gibi görünüyor. Senin bu konudaki düşüncen ne? Değişik müzik türlerini denemeye açık mısın?
Değişik müzik türlerini denemeye açık olmasam böyle bir albüm yapmazdım zaten. Ki bence artık bu sınırların kalkması gerekiyor gerçekten. Bir kişiyi klasikçi, cazcı, doğucu, batıcı şeklinde ayırmayı çok gereksiz buluyorum. Güzel bir iş ortaya çıktığı sürece bir şeyleri tür olarak sınıflandırmak -zaman zaman bende yapsam da- kurtulmamız gereken alışkanlıklardan biri.
Gözlerini kapadığında kendini hangi sahnede konser verirken görmek istersin?
Bir kez konser verdim söyleyeceğim yerde. O zaman orkestra içinde keman çalıyordum. Prag’da Smetana Hall… İnanılmaz güzel bir sahne. Orada solist olarak çıkmak isterdim. Gerçekleşir mi gerçekleşmez mi bilemem, hayat bu…
Kendinde değiştirmek istediğin bir alışkanlık ya da davranış var mı?
Aşırı titizlenmek diyebilirim. Yaptığım işlere aşırı titizleniyorum bu da bazen işin ruhunu öldürebiliyor. Aşırı steril olması bir şeyin doğallığını bozuyor. Aslında müzisyenlik açısından hep öğretilen entonasyonun düzgün olsun, ritmin düzgün olsun, her şey muntazam olsun. Tamam, her şey tabii ki muntazam olsun ama buna kanalize olurken insanların kalbine dokunmamız gereken o noktayı bazen kaybedebiliyoruz. Orada çok ince bir çizgi var. Teknik olarak mükemmel olmaya çalışırken ruhu kaybetmemek gerekiyor. Aslında baktığınızda bizim sektörümüz de bir açıdan hizmet sektörü. Biz işitsel olarak insanların duygularına dokunacak bir hizmet sağlıyoruz.
Neden albüm yapma isteği duydun?
Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki Thomas Edison’un fonografı bulmasından beri müziği kaydedebilme imkânımız var. Kayıplı bir işi günümüz teknolojisinde kayıpsız bir şekilde seneler sonrasına aktarabiliyoruz. Bence insanın geride bir şeyler bırakması gerek. Müzisyenlik benim gözümde şöyle; 10 sene önce farklı çalıyordum, şu an farklı çalıyorum, 3 sene sonra daha farklı çalacağım. Bu değişen bir şey. Albümü yaptım, bu yaşlarıma ait, kendime ait bir şey bırakmak istedim. Albüm yapmak her müzisyenin en az bir kez yapması gereken bir şeydir diye düşünüyorum. Çünkü o anınızı kaydediyor ve sonraya aktarıyorsunuz.
Albümde hangi eserler var?
Giriş olarak Paul Hindemith’in solo keman için bir eseri var. Aslında bu eser Hindemith’in op.11 no:6 sol minör solo keman sonatının ilk bölümüyle hemen hemen aynı ama onun daha önceki versiyonu diyebilirim. Hindemith daha çok genç bir adamken bunu yazıyor hemen ardından bu yazdığı eseri daha da geliştirerek solo keman sonatına adapte ediyor. Bu geliştirmeden önceki versiyonu. Eserde Bach’ın etkilerini fazlasıyla duyabiliyorsunuz. 2013 yılında notası bulunan bu eser ‘Complete Hindemith Edition’ adı altında 2014’te yayınlandı. Eserin bu versiyonunun bir albümde dünyada ilk seslendirilişi olacak. Sonrasında Rodion Shchedrin’in Balalaika isimli eseri var. Balalaika isminden de anlaşılacağı gibi balalayka üzerine bir parodi diyebilirim. Pizzicato tekniği ile çalınır, bu teknik arşe kullanmadan elimizle gitar gibi çaldığımız bir tekniktir ve kemanı gitar gibi tutarız. Bu eser tamamen bir renktir aslında. Sonrasında canım çocukluk arkadaşım Eda And’ın eseri Dırınırı var. Kemanda bu eseri çalan ikinci kişiyim. İlk çalan kişi Özge Özerbek’tir. Bu eseri Eda’nın şakacı ve güzel bir eseri olarak nitelendiriyorum.
Ardından Mehmet Aktuğ’un Derya isimli eseri var. Mehmet Aktuğ bu eseri 2005 yılında yazdı. Mehmet Hocamızın kardeşidir Derya Hanım; eser ona adanmış. Blok flüt ve keman için yazılan bir eserdir. Blok flütün melodide olduğu, kemanın ise altta armonik olarak ve hareket olarak doldurduğu bir eserdir. Bana Güney Amerika ezgilerini anımsatan bir eserdir. O yüzden çok seviyorum.
Senin kendi besten de yer alıyor albümde…
Evet; Lotus var. Elektrik viyola, korno ve elektrik bas için bir eserdir. Bir gün arkadaşlarımla oturuyorduk, neden biz üçümüz bir şey çalmıyoruz dedik ama iki kemancı bir kornocuyduk. Benim dışımdaki kemancı arkadaşım Çağlar Haznedaroğlu aynı zamanda çok iyi bir bas gitaristtir. Benim bir bestem vardı ve bu üçlüye adaptasyonunu yaptım. Volkan Kartal da zaten Türkiye’deki en iyi kornoculardan biridir. Ben, Volkan Kartal ve Çağlar Haznedaroğlu çaldık bu eserde. Viyola orta frekansların yüksek duyulduğu bir enstrüman. Parçanın ismi “Lotus”. Lotus kirlenmeyen çiçektir ya, ben orada viyolayı kirletmeye çalışan bir karaktermiş gibi düşündüm, kornoyu da asla kirlenmeyen karakter Lotus gibi hayal ettim. Elektrik Bas ise armoniyi sağlıyor. Ardından Alfred Schnittke’nin Prelüdü var. Shostakovich’in anısına bir eserdir. Eser aslında iki keman için, ya da bir keman ve bir manyetik teyp içindir. Manyetik teyp birinci kemancının üzerine konser sırasında bir tonmaister tarafından play tuşuna basılarak çalınır ya da ikinci kemancı sahnede canlı performansında perdenin arkasından çalıyor sesin geriden gelmesi için.Albüm prelüde ile başlıyor prelüde ile bitiyor aslında. Her son bir başlangıçtır diye düşündüğüm için kolajdaki sıralamayı ona göre yaptım.
Bunun da sonrasında Mehmet Aktuğ’un Ohne Titel eseri var. Mehmet Aktuğ bu eseri 1986’da Düsseldorf’ta seslendirdi. Manyetik teyp için yaratılmış elektronik bir eser bu, bestecinin Yamaha DX7 synthesizer ile yarattığı seslerin manyetik teyp üzerinde birçok kanal kaydetmesiyle olan kolajıdır. Ben çalmıyorum bu eserde, bestecinin kendi icrası. Bunun da ölümden sonrasını temsil ettiğini düşündüm; açıkçası ben çok beğeniyorum bu eseri. Dolayısıyla “bonus track” olarak eklemek istedim. Türk halkı olarak günümüzde çağdaş bestecilere çok meraklı değiliz. Ama bir şekilde insanlara bunları sunmamız gerek. Ben bu albümde Mehmet Aktuğ Hocamızın iki eserine yer verdim, umarım gelecekte daha çok eserine yer verebilecek çalışmalar da yapabilirim.
Albümle beraber bir konser yapmayı planlıyor musun?
Aslında albümle birlikte bir lansman konseri yapmak gelenektir. Ama ben bunun dışına çıkacağım. Bir konser adı altında böyle bir şey yapmayı planlamıyorum. Belki gelecekte albümdeki parçaları ve Animalis single’ı içeren bir konser yapabilirim, bilemiyorum.
Çok güzel bir sohbetti. Bu sohbet için teşekkür ediyor, albüm için de başarılar diliyorum.
Albüm içeriği merak edenler için:
- Homine
- 1- Paul Hindemith – Praludium G-moll
- 2- Rodion Shchedrin – Balalaika
- 3- Eda And – Dırınırı
- 4- Mehmet Aktuğ – Derya
- 5- Can Güçkan – Lotus
- 6- Alfred Schnittke – Prelude in Memoriam Dmitri Schostakowitsch
- 7- Mehmet Aktuğ – Ohne Titel (bonus track)