Röportaj

İZMİR’İN GÜZEL DENİZ’İ “GÜNAYDIN” DİYOR

Benan Bilek İle Biz Bize

Benan Bilek ile Biz Bize, MegaPlus Dergisi

Benan BİLEK ile Biz Bize

Deniz Ölgün Günaydın TV ile yeniden “merhaba” diyecek..

Onu Biz Bize’de konuk etmek istedim çünkü benim için tam bir başarı öyküsüdür Deniz Ölgün. Sabrın, hedef koymanın ve o hedef için çalışmanın, çok çalışmanın hikayesidir.

Kendisini Maya Reklam Ajansı’nda koordinatörlük görevim sırasında tanıdım. Maya’nın kurucusu Erol Yaraş’ın sahibi olduğu Ben TV’ye ilk geldiği günü bilirim. Sarı saçları, iş yapmaya hevesli, kendisini aşmaya hazır, zarif ve neşeliydi. Hâlâ da öyle. Her gün, hatta her saat kendisine bir şeyler kattı. Engellerle karşılaştı, yılmadı. Yoruldu, üzüldü, kırıldı ama vazgeçmedi. Ben TV’den sonra görev yaptığı Ege TV, yayın hayatının yirmi dördüncü yılında kapanma kararı aldıktan sonra İstanbul’dan teklif aldı, düşündü, çok düşündü ama İzmir’den gitmedi. İzmir sevdalısı Güzel Deniz, dalgalara karşı özgürce kulaç atmaya devam ediyor.

Ne olursa olsun bu şehirden gitmiyorsun Deniz. Neden?

İzmir’i çok seviyorum. Belki çok klasik olacak ama İzmir’e aşığım. İzmir’in bazı konularda kısır kaldığını hepimiz biliyoruz. Bu şehirde çok değerli, çok donanımlı gençler yetiştiriyoruz. Aslında onlar da doğup büyüdükleri topraklardan gitmek istemiyorlar. Ama imkânsızlıklar, iş ortamı, iş sahasının azlığı derken gitmek zorunda kalıyorlar. Birilerinin de burada kalıp, direnip, belki de o gençler için yol açması gerekiyor. Ben biraz da bunu seçtim. Doğup büyüdüğüm şehirde, ruhumu ait hissettiğim şehirde bunu devam ettirmeyi tercih ettim. İyi ki de yapmışım diyorum. İyi ki de…

Deniz Ölgün, Günaydın TV sunucusu ile özel röportaj, Benan Bilek ile Biz Bize, Megaplus Dergisi 25. Sayı
Deniz Ölgün

Ben TV’de ilk programını hatırlıyorsundur herhalde?

İlk başladığım gün kurum içerisinde de test yayınları vardı. O bile benim için çok heyecan vericiydi, ayaklarım titriyordu. İlk olarak haberle başladım. Nasıl başladım, ne söyledim, ne tonlama yaptım, haber nasıl bitti, neler söyledim, hiçbirini hatırlamıyorum.

Başka bir meslekte yürürken birdenbire televizyon dünyasına girdin ve haberci olmak için adım attın.

Sunuculuk eğitimleri ve bazı firmaların ürün eğitimlerini almıştım. Ürün lansman ve eğitimlerine katılıyordum. Konuşmayı seviyorum, insanlarla iletişim halinde olmayı seviyorum. Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde tiyatro eğitim eğitimi aldım.

Sahne bambaşka, çok güzel bir şey ama ben kendimi sanki haberin içinde daha iyi anlatabileceğimi düşündüm. Habercilik, insana dokunan, insanı anlatan ve hayatla daha iç içe bir dünya. Televizyon ise öyle sihirli bir pencere ki, bir anda “son 10” dendiği anda herkesin evine konuk olmaya hazırsınız. İnanılmaz iyi geliyor bu heyecan bana.

O “son 10” anonsuyla birlikte başka bir dünyaya giriyorsun…

Bir yıl ara vermiş olmama rağmen şu anda bile o anonsu duysam hemen aynı duyguya girerim. Hepimiz insanız; üzülüyoruz, neşeli olabiliyoruz, bazen canımız sıkkın olabiliyor, kızgın ya da kırgın olabiliyoruz. Ama o anonsla bambaşka bir duyguya, uçsuz bucaksız bir dünyaya giriyoruz. Benim içimi sevinç kaplıyor.

Çok özel günlerde canlı yayın haberciliği yaptın. Aklıma EXPO bağlantısı geliyor mesela. Süresi belirsiz ve zor bir işti.

Evet, süresiz ve yurtdışından bağlantılarla devam eden bir yayındı. Her an bağlantı kopabiliyor ya da değişiklik olabiliyordu. Stüdyoda konuklarınız var, onlarla konuyu irdeliyorsunuz. Ani değişiklikleri ya da konuşmaları izleyiciye anında aktarmanız lazım. Genel Yayın Yönetmenimiz ve işverenimiz, gazeteci Erol Yaraş bize oradan aktarıyor, stüdyodakiler soruyor, oradan cevaplıyor. Tam bir adrenalin. Yaklaşık beş buçuk, altı saat boyunca stüdyodan hiç kalkmadan canlı yayın yaptık. Kesintisiz altı saat yayın yapmak elbette çok zor ama iyi ki de oradaydım ve o yayında ben görevliydim. Gerçekten örnek verip anlattığım, keyif aldığım, heyecan duyduğum, İzmir için, Türkiye için önem taşıyan çok özel bir yayındı. Sadece EXPO da değil. Gezi Parkı da zamanında da uzun süreli canlı yayınlar yaptık. Gece yarılarına kadar neler yaşanıyorsa, o coşkuyu, gençlerin o duygularını bir İzmir televizyonu olarak İzmir ruhuna yakışır bir şekilde yaptığımız canlı yayınlarla aktardık.

Canlı yayını daha çok mu seviyorsun o zaman?

Canlı yayın daha keyifli. Bant kaydında “acaba şöyle mi dursam, böyle mi yapsam” diye bi’ havalara giriyorum nedense. Canlı yayında ise kaptırıp gidiyorum. Hani eskiden BBG evi vardı ya, şimdi düşünüyorum da ben orada bile yaşarmışım. Kameraları seviyorum çünkü. Ve canlı yayında performansımı daha iyi ortaya koyabildiğime inanıyorum.

Riskli aslında…

Aslında çok tehlikeli bir şey. Sizin yaptığınız sahne gibi, ağzınızdan çıkan toplumla buluşuyor. Sizden gitmiş oluyor, geriye dönüşünüz yok. Tabii ki böyle riskler var ama belki de o risk konsantrasyonu da sağlıyor. Hele haber de varsa işin içinde daha da interaktifsiniz. Önünüzde sürekli ajanslar var; algının yüksek olması lazım. Son dakika haberleri iletiyorsunuz. O son dakikayı görüp insanlarla paylaşmak, onun hakkında bilgi vermek, konuğunla beraber o konuyu tartışmak, bir yandan kulaklığınla yönetmeni dediklerini duymak ve yerine getirmek çok başka bir dünya.

Deniz Ölgün, Günaydın TV sunucusu ile özel röportaj, Benan Bilek ile Biz Bize, Megaplus Dergisi 25. Sayı
Deniz Ölgün

Sonra kendi programını da yapmaya başladın. Hazırlanmadan ağırladığın tek bir konuğun yok, değil mi?

Çalışmayı seviyorum. Bir de şu profili sevmiyorum; ekranın önüne çıktın, kaşın gözün, saçın başın iyi olsun, yeter. Habercilik demek bu değil. Öncelikle gündeme hakim olmak zorundasın, çok okumak zorundasın. Mesela ben bütün günlük gazeteleri okurum. Hatta bazı bölümlerin altını çizer, alınması gereken istatistiki verileri toplar, köşe yazarlarının yaptığı önemli araştırma sonuçlarına dayanan açıklamalar varsa bunları mutlaka not ederim. Bir sürü ajandam var benim; sık sık yararlanırım. Ajandalarımda kendimce oluşturduğum arşivlerim var. Mesela beş yıl öncesini arada açıp okuyorum. “Aaaa, bu beş yıl önce böyle olmuş, şu şöyle açıklama yapmış, o zamanki rakamlar böyleymiş, şimdi böyle olmuş” diye ders çalışır gibi çalışıyorum. Sınava hazırlanıyormuşum gibi. Habercilik biraz da maraton.

Çok güzel bir kadınsın. Özenlisin. Kapıdan 20 kişi girse ve bunlardan hangisi siyasilerle program yapıyor diye sorsalar, herhalde ben yirminci olarak seni gösteririm. O kadar farklı düşüncede insan ile bir arada program yaparken aynı zamanda masayı da yönetiyorsun. Bunu başarmak nasıl bir şey?

Bunu özellikle senden duymak çok güzel Benan Abla. Benden çok daha tecrübelisin. Bir de sen benim yola çıkış hikayemi biliyorsun ya, o yüzden senden bunları duyunca ayrı bir keyif alıyorum açıkçası. Şöyle; siyaset ile haber televizyonun en çok sevdiğim tarafı. Ama en de o bıçak sırtı dediğimiz tarafı. Ve de affedilmiyor. O yüzden hem çok iyi çalışmak zorundasın, hem o ekrandaki idareyi iyi sağlamak zorundasın. Kime nasıl yaklaşacağını, ne soru soracağını zamanla öğreniyorsun. Ama tabii ki sadece böyle de kalmıyor. Öncesinde de iyi bir altyapı hazırlayıp insanlarla ikili ilişkilerini ilerletiyorsun. 

Kimin kapısını çalmaktan korkarsın? Kimin telefonunu açmaktan korkarsın?

Şu an kimseden.

Herkesle görüşebilirsin?

Evet.

Dilin farklılaşır mı, yaklaşımın hep aynı tarzda mıdır?

Şöyle; ben biraz fazla sıcakkanlı, samimiyim. Ama bir yandan da protokol sunumları da yapıyorum. Protokole karşı oradan da bir yatkınlığım var. O yüzden nereye gitsem kimseyle bir diyalog problemi yaşayacağımı sanmıyorum. O samimi yapıyı protokole çok fazla taşıyamıyorsun ama insanlar bir süre sonrasında seni tanıyor. Mesleğe başladığım ilk yıllarda kapısını çaldığımda “nasıl karşılanacak, acaba nasıl olacak, nasıl yaparım” diye düşündüğüm insanlar da bir süre sonra “a bizim kız hoş geldin” diye karşılıyor.

Ege TV’de ne kadar kaldın?

Dört yıl kadar.

İzmir’de yerel kanalların kapanmasını ve yerel medyanın gün geçtikçe zayıflamasını nasıl değerlendiriyorsun?

Aslında televizyon çok pahalı bir ve açıkçası çok kazandırmayan bir iş. Hepimiz içindeyiz, biliyoruz. Ama televizyon, hele ki yerel yapılar mutlaka desteklenmesi gereken kurumlar. Bence bu anlamda şehrin kanaat önderlerinden tutun şehrin yerel yöneticileri; hepsinin destek vermesi gerekli. İzmir’de maalesef böyle bir şey var; mevcut olan köklü kanalları da kaybettik.

Bir süre sonra mecbur kalıyor diyorsun?

Destek olmazsa bitiyor maalesef. Bu anlamda ben çok üzülüyorum. Benim gibi işine gerçekten aşık arkadaşlarım var ve mesleklerini yapamıyorlar.

Bir yandan da yeni mezunlar var. Bu kentin çocukları…

Bugün gidin Ege Üniversitesi İletişim Fakültesine, her yıl binlerce kişi mezun oluyor. Nerede çalışacak bu gençler? Bir elin parmaklarını geçmiyor iş alanları. Oralara başvurduklarında da tecrübe istiyorlar. Tecrübeyi kim verecek bu gençlere? Bizim işimizde çok para kazanmıyorsun ama çok çalışıyorsun. Bunun tek sebebi de aşk, işinize olan aşkınız. Çalışacak mecra bulamamak tam bir hayal kırıklığı. O yüzden çok zor.

İzmir çocuğu başka bir kentte yapamıyor, mutsuz oluyor.

Hatta İzmir’e bu sektörle ilgili okumak için gelen çocuklar bile İzmir’de kalmak istiyor. İzmir’in atmosferi bu. Soluyan herkes İzmir ruhuna sahip oluyor. Dolayısıyla sektöre destek gerekiyor. Televizyon gibi gideri çok olan kurumların ayakta kalabilmesi ve sürekli olabilmesi için desteğe ihtiyacı var. İzmir’de şu an zaten sadece birkaç tane. Çalışanlar ise bildiğimiz arkadaşlarımız. Onlar da ayakta kalmak için çabalıyorlar. Hadi o zaman burada bir sürpriz de verelim.

E hadi söyle artık…

Ege TV kapandıktan sonra o canlı yayındaki gözyaşları o kadar içtendi ki içimde bir ukde oluştu “bu İzmirli gençler kendilerini nerede ifade edecek?” Biz Ege TV’de hep halkın sesi olmayı bir politika olarak edinmiştik. Bu nedenle halk bize soru sormaya alışıktı. Televizyon kapandıktan sonra o kadar çok soru aldım ki “Ege TV neden kapandı, yeni bir kanal yok mu” diye, bu sorular bilinçaltıma yerleşti. Kendime dedim ki; “Deniz, sen bu şehirde kalıp bu şehirde ekmek yemeli ve bu işi seven insanlarla beraber yola çıkacak bir şey yaratmalısın.”

Bu çok büyük bir misyon. Amazonsun sen, Kadın Donkişot’sun.

Bunu için de birkaç tane böyle proje üretip gerek İzmir’de iş adamlarına ulaştık kaynak arayışı içerisindeyken. İstanbul ve Ankara’da da birtakım çalışmalar yaptım. Maalesef yola çıktığımız insanlar da kendilerince haklı sebeplerden dolayı bir süre sonra yoldan geri çekildiler. İzmir için benim hayalim ve projem şuydu; bir televizyon kanalının yayına geçmesi, işsiz kalan tüm arkadaşlarımın yeniden sevdikleri işi yapması, yeni mezun gençlerin de mesleği öğrenebilecekleri bir yer olması, İzmirlinin, Egelinin kendini anlatabileceği bir kanal olması.

Günün birinde Adana’dan bir telefon geldi. “Deniz Hanım, biz sizin projenizi öğrendik. Biz de böyle bir yola çıkmak istediğimiz için sizinle tanışmak istiyoruz” dediler. Ben hemen koşa koşa gittim. Hani diyorum ya, biz İzmirli iş adamlarıyla da yola çıkmaya çalıştık, bir şeyler yapmaya çalıştık. Adana’dan bir kişinin İzmir’de bir televizyon kanalı açmaya çalışması beni iyice coşturdu, “demek ki,” dedim “yalnız değilim. İzmir’e bir şeyler kazandırmak isteyen birileri var burada”. Sonra kolları sıvadık. Onlar da sağ olsunlar bana güvendiler, güzel bir yolculuğa çıktık. Bunun için diyorum ki; idealleriniz varsa hayalleriniz varsa en olmadık hayalden bile asla vazgeçmeyin. Ben vazgeçmemeyi öğrendim.

Yeni kanalımız yayına başlıyor yani?

Bu röportajın yayınlanmasıyla da birlikte İzmir, Ege artık kendini anlatabileceği, yediden yetmişe herkesin izleyeceği programların olduğu, çok geniş yelpazeye ve renkli bir yayın politikasına sahip, siyasi anlamda da kimsenin güç kurmadığı, gücünü tamamen halktan alan bir televizyon kanalı. Ama haberden siyasete, ekonomiden politikaya, spora, sanata herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği bir televizyon kanalı geliyor. Hem de bu röportajın çıktığı tarihle aynı dönemde başlayacağız inşallah yayına.

Şu an ben haber mi atlattım yani?

Aynen öyle oldu. İşte yılların dostluğu böyle bir şey. Bir şey söyleyeyim mi? Ben İkizler burcuyum; normalde İkizler burcu çok sabırsız, tez canlı. İçimde böyle bir şeyi tutmak imkansız. Normalde çok hiperaktif bir ruhum var, aceleci, sabırsızım. Bazen de bazı konularda da deli sabrına da sahibim. Bu konuyu ilk defa burada sizinle paylaşıyorum. Kendi sosyal medyamda bile paylaşmadım.

Yeni televizyonumuzun adı ne?

Günaydın TV. Gün artık inşallah bundan sonra Günaydın TV ile başlayacak. Ege’nin İzmir’in nabzını, Egelinin İzmirlinin artık hani bu anlatamadığı, duyuramadığı sesini biz artık Günaydın TV olarak hep birlikte, sizlerin de destekleriyle duyuracağız inşallah. Biz bu kentteki açığı kapatmayı ve gerçek anlamda uyduda, Digiturk ve D-smart’ta olmayı hedefleyen bir kanalız. Yani hayallerimi yakaladım sanırım.

Ama sen vazgeçmemeyi bilerek geldin.

İnatla… Şimdi bana mesela soruyorlar “hedefin ne”? Benim hedefim yok.  Benim hedefim, hayallerimi yaşamak.

Bundan daha büyük bir hedef olabilir mi?

Hayallerim değişebiliyor; daha doğrusu yenileri geliyor. Bunları yaşayabilmek için her seferinde yılmadan çalışıyorum. Ara sıra motivasyonum düşmüyor mu? İnsanız sonuçta; illa ki oluyor. Ama bunlardan da güç alarak hayallerimi yaşamaya adımlar atıyorum. Bana yol gösteren insanlara, samimi olduklarından emin olduğum kişilere hep kulak verdim ben. Öğrenmeye hep açıktım, hala da kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Kimseyi taklit etmedim. Küsmedim.

Cesursun…

Çıktığım yolda korkmuyorum. Ben şuna inanıyorum; insanın hakikaten yüreği, beyni, kalbi düzgünse, aklından güzel şeyler geçiyorsa yukarıdakinin sana hep destek oluyor. Benim zamanlamam hiç tutmadı. İleriki süreçte anne olmam gerekiyordu çok erken anne oldum, televizyonculuğu çok daha önce yapmam gerekiyordu, sonra oldu. Ama şunu öğrendim; hayat seni doğru zamana planlattırıyor. Senin istediğin zaman olmuyor belki ama olduğunda da en doğru zaman oluyor. Hayat çiziyor senin planını ve iyi ki de bu planlamayla olmuş.

Ustaların kimler bu işte?

Ben gözümü Erol Yaraş ile açtım. Benim için hakikaten çok önemlidir, çok kıymetlidir. Hala bir şey olduğunda açar sorar akıl danışırım. İlk başladığımda her gün en az altı gazete okumam gerektiğini söyler, akşam da “okudun mu” diye sorar kontrol ederdi. İyi ki yapmış. Ben önceden gazete okuyordum evet ama ben ders çalışır gibi okumuyordum. Bana onu öğretti. Bana cesur olmayı öğretti. Bana bir habercinin kimsenin gölgesi altında kalmaması gerektiğini öğretti. Çalabileceğin bütün kapıları çalman gerektiğini, korkmaman gerektiğini, yalnızca kalemini doğru kullanman gerektiğini öğretti. Doğru kullandığın sürece de tabii ki ayarını bileceksin, ekranda da haberin önüne geçmeyeceksin, kurumunun yayın politikasını bilerek hareket edeceksin. Cesur olmayı öğretti, haberciliği öğretti. Ben her şeyi Erol Yaraş’tan ve Erdal İzgi’den öğrendim. Erol Yaraş ve Erdal İzgi çok önemli insanlardır benim hayatımda. Sonradan Mehmet Karabel ile de tanıştım. Onunla birlikte de yolculuğa devam ettik. Hepsi çok harmanladılar beni televizyonculuk, gazetecilik anlamında. Tabi ki çok zor şeyler de yaşadık. Hani bir yola çıkıyorsun, hevesini kırmak isteyenlerle de tanışıyorsun. “Niye bu insan, niye ben, niye bu insanlarla muhatap olmak zorundayım” dediğim insanlara da şimdi şükrediyorum, iyi ki benim hayatıma girmişler; çünkü ben onlarla güçlendim.

Peki Deniz, sen programına Deniz Ölgün’ü konuk etseydin ona ne sorardın?

Hayallerini sorar, anlatmasını isterdim.

E cevapla o zaman…

Buydu hayalim. En son kendime hedef koyduğum hayalim, İzmir’de bir televizyondu ve inşallah onu da hayata geçireceğim.

O zaman yeni hayaller kurmayı diliyorum sana. Günaydın TV’nin de, Deniz’in de yollarınız açık olsun.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu