İlk Türk Paralimpik Kadın Tenis Sporcusu: BÜŞRA ÜN
Röportaj: Canan Boz
Onu en az 10 yıldır tanıyorum. Tenise junior oyuncu olarak başladığı günleri çok iyi hatırlıyorum. Heyecanlı, istekli, çalışkan hallerini biliyorum. Şu an artık bir olimpiyat sporcususun. Tekerlekli sandalye tenisçisi Sevgili Büşra Ün’ü artık pek çok kişi tanıyor.
19 Mayıs 1994 İzmir doğumlu Büşra. Doğumundan itibaren ilk 6 ay içerisindeki ağlamaları, günden güne zayıflamaları sonucunda yapılan tetkikler ile vücudunda tümör olduğu anlaşılmış. 2 yıllık kemoterapi tedavisi ve 2 ameliyat sonunda tümör alınmış ve kanseri yenmiş. Ancak tümörün omuriliğine verdiği hasardan dolayı belden aşağısını hissedemiyor. Bu sebeple hiç yürümemiş, hep tekerlekli sandalye kullanmış. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadığım hoş bir sohbet oldu röportajımız.
Tenise başlama hikayeni dinleyelim önce…
Tenise 2009 yılında başladım. Aslında engellilerin tenis oynayabileceğini bilmiyordum çünkü televizyonda hep engellilerin basketbol oynayabildiğini görmüştüm. Ortaokulda, lisede beden eğitimi derslerinde hep kenarda oturmaktan sıkılmıştım. Derslerde arkadaşlarımın spor yapışını izliyordum. Spor yapma isteğim hep vardı. Lisede bir gün masa tenisi masasını duvara yanaştırıp kendim tenis oynamaya başladım. Sonra oynayabildiğimi gören arkadaşlarım da gelip benimle oynamak istediler. 2009 yılında ailemle dışarı çıktığımız bir gün Buca Tenis Kulübü’ne denk geldik. Engellilere masa tenisi dersi veriyorlar mı diye girip soralım dedik. Engellilere ücretsiz kort tenisi dersi verildiğini ve bir sürü engelli sporcuları olduğunu öğrendik. O günden sonra tenise başladım. 2010’dan bu yana Kültürpark Tenis Kulübü’ne devam ediyorum. İzmir’deki tenis kulüplerinin bizler için yaptıklarını hiçbir zaman ödeyemeyiz. En başından beri bizim hep destekçimiz oldular.
Eline ilk raketi aldığın gün ben uzun süreler bu sporu yapacağım dedin mi, yoksa bu düşünce süreç içerisinde mi gelişti?
İnsanların engellilere bakış açısı şöyleydi; evinden çıkıyor en azından, hayata bağlanıyor diye düşünüyorlardı. Ben ise hayata bağlanmamam için bir sebep göremiyorum. İyi vakit geçirmek için başladım spora; bugünkü şartlarımı, imkânlarımı, başardıklarımı hayal edemezdim. Biri bana bir şeyi yapamazsın derse ben onun üstüne giderim. Bana aslında ilk başta kimse yapamazsın demedi ama ben topu servis atarken karşıya geçiremediğimi görüyordum ve daha ilk günüm olmasına rağmen çıldırıyordum. Pes etmedim, çok çalıştım, çok sevdim. Ama tenis her zaman daha fazlasını isteyen bir spor dalı. Hiçbir zaman sonu olmayan bir branş. Bana hep “Sen bir gün engellilere güzel bir örnek olacaksın” deniyordu. Ama ben istiyordum ki “Sen bir gün güzel bir örnek olacaksın” densin. Çünkü ister istemez insanın aklında sınıflandırma oluyor maalesef. İstemeden biz de yapıyoruzdur belki. Hiçbir zaman bir engellinin sağlıklı bir insana örnek olabileceği düşünülmüyor, neden? Çünkü o eksik gibi düşünülüyor. Benim için ise bu bir eksiklik değil sadece fiziksel bir farklılık.
İki tane TEDx konuşman var; birinin sonunda çok çok etkilenmiştim.
Anladım hangisini kastettiğini.Ben Spor Yöneticiliği Bölümünü bitirdim. Bitirme tezi konusu olarak “Engellilerin Sporu Bırakmasının Nedenleri”ni seçtim. Farklı branşlardan engelli sporcu arkadaşlarımı da tanıdığım için kaynak bulmakta çok zorlanmadım. Hemen hemen aynı sonuçlar çıktı. Yönetim alanındaki eksikler, sporcuların ihtiyaçlarının tam olarak belirlenememesi, tam anlamıyla desteklenememesi, bütçenin kısıtlı olması ya da ekibin yeterli olmaması gibi. En büyük sorunlardan biri de sporcuların antrenman yerine ulaşamaması. Bunlara bakarken bu kadar sorunu değiştirmek için bir şey yapabiliriz diye düşündüm ve İngiltere’de spor yöneticiliği üzerine yüksek lisans okumaya başladım. Şu anda da eğitimim devam ediyor. Oradan döndüğüm zaman aslında hiçbir şey öğrenmediğimi düşünüyordum, orada anlatılan konuları zaten önceden bildiğimi düşünüyordum. Ama hayata bakış açısı olarak bana çok büyük bir katkısı olduğunu gördüm. TEDx konuşmama da şu şekilde yansıdı; izleyicilerden gözlerini kapatmasını rica ettim. Mükemmel bir yönetici hayal etmelerini istedim. “Bu yönetici sarışın mı, esmer mi” diye sordum. Erkekler gülümsemeye başladı. “Erkek” diyenlerin elini kaldırmasını istedim. Çoğunluk elini kaldırdı; çoğunluğun gözünde mükemmel bir yönetici erkekti. “Bu mükemmel yöneticinin herhangi bir engeli var mıydı?” diye sordum. Kimse elini kaldırmadı. “Peki, sizce bu yönetici sandalyede olarak mükemmel olabilir miydi?” diye sordum. Hiç kimse bunu düşünmemişti, en yakınlarım bile. Bu konuşmayı yaptığımda sponsorum da oradaydı, yüzünü kapatıp ağlamaya başladı. “Ben utandım” dedi. Aslında amacım utandırmak değil, düşündürmek, sorgulamak… Sandalyede oturuyor olmam benim mükemmel bir yönetici olamayacağım anlamına gelmiyor. Evet, belki sizin kadar hızlı bir yere gidemiyorum ama belki de bir şeyleri sizlerden daha iyi görebilirim, daha iyi yapabilirim. Sandalyede olmak birisinin saçının sarı olması gibi bir şey benim için; normal yani. Sandalye belki yavaşlatıyor olabilir ama durdurmuyor. Ne zaman durdurur? Ben izin verirsem durdurur. Ben de onun olmaması için uğraşıyorum.
Uluslararası klasmanda iyi bir derece tutturmak için yılda ortalama kaç turnuva oynamak zorundasın? Turnuvalara hazırlık sürecinden bahseder misin?
Bir tenisçi olarak bizim yıl içinde sürekli turnuvalara gitmemiz gerekiyor. Bu turnuvalardan aldığımız puanlarla dünya sıralamasında yükseliyoruz. Aslında bireysel bir dünya şampiyonası gibi bir organizasyonumuz yok. Tamamen diğer turnuvalardan aldığımız puanlar belirliyor. Bunun için de sponsorlarla ve devlet destekli sporcular olarak bu turnuvalara devam etmemiz gerekiyor. Yılda ortalama 15 turnuvaya katılmam gerekiyor. Bazen en üstteki derecelere gittiğinizde işler istediğiniz gibi gitmeyebiliyor, kurada hiç görmediğiniz bir sporcuya denk gelebiliyorsunuz. Kaybedebiliyorsunuz. Bu durumda onun yerini doldurmak için başka bir turnuvaya gitmeniz gerekiyor. Yani aslında hedefi tutturabildiğiniz sürece ayda 2 turnuva ideal. 2 hafta yurt içi ya da yurtdışında turnuva, 2 hafta da burada antrenman olmalı. Antrenmanları da çift antrenman olarak değerlendirip, kondisyon çalışmalarıyla desteklemek gerekli. Antrenman konusunda bize İzmir’de her türlü tenis kortları açılıyor. Bunda sorun yaşamıyoruz. Ama tabii ki bizlerle birlikte çalışabilecek kişileri bulmakta zorluk yaşayabildiğimizi söyleyebilirim. Sadece İzmir’de değil, Türkiye genelinde bu şekilde. Tam anlamıyla tekerlekli sandalye tenisinin ve sporcularının üst seviye sporcular olarak kabul edildiğini düşünmüyorum. Bu bilinci biraz daha geliştirebiliriz diye düşünüyorum. Çünkü hala tenis oynayıp turnuvalara katılıp tekerlekli sandalye tenisini ilk kez gören insanlar da var. Aslında bu işin içindeler ama bizi bilmiyorlar. Belki de biz yeterince duyuramadığımız için durum böyledir. Ben de 2 yıl öncesine kadar antrenman masraflarımı bulmakta zorlanıyordum. 2016’da paralimpik olimpiyatlara katılan ilk Türk Kadın Sporcu oldum. Ama oraya gitmeden önce bir yıl boyunca duvarla antrenman yapmıştım. Şimdi bunu gidip Federer’e sorsanız, “Bir gün olimpiyata gideceksin, gitmeyedebilirsin, ama sen bir yıl duvarla antrenman yapar mısın?” deseniz evet diyeceğini zannetmiyorum. Çünkü duvarla oynamak insanlara amaçsız gibi geliyor. Ne bir getirisi var, ne meslek olarak yapabiliyorum, ne tam anlamıyla hak ettiğim değeri görüyorum… Peki niye yapıyorum? Çünkü bir şeyi gerçekten istiyorsam pes etmemem gerekir. Şu an eski günlere göre daha iyiyiz ama ben istiyorum ki imkanlar sadece birkaç sporcu için değil gerçekten branş adına ülkemiz adına daha iyi olsun.
Sence ideal antrenman saati haftada kaç saat olmalı?
Aslında bu sporcuya göre değişiyor bence. Benim için günde 4 saat antrenman güzel. Arada bir saat kondisyonum olabilir. Tenis biraz masraflı bir spor dalı; bazı sporcular bunları kaldıramayabiliyor. Engel durumuna göre de fark var. Mesela bizde dünya bir numarası olan kişi ip atlayabiliyor. Sandalye tenisi oynuyor ama ip atlıyor. Hollandalı kadın milli takımında tekerlekli sandalyeli tenis oynayan sporcuların bir fotoğrafı var hepsi ayakta ringe çıkmışlar boks yapar gibi poz vermişler. Ve ben onlara karşı oynuyorum. Ben belim dâhil belden aşağısını hissedemiyorum. Belden de güç alamıyorum ki bu, teniste çok önemli bir dezavantaj. Benim güç üretebileceğim sadece kolum ve omzum var.
Engel durumuna göre tekerlekli sandalye tenisinde de bir klasifikasyon olmalı mı?
Bence olmalı. Çünkü 2016’da ilk paralimpik olimpiyatlara gittiğimde -dünya sıralamasına ilk 32 kadın sporcu gidebiliyor- ben 30 numara olarak gittim. Benim gibi engeli olan İngiliz bir sporcu daha vardı, 30lu yaşlardaydı ve 5-6 yaşından beri tenis yapıyordu. Geri kalan herkes yürüyebiliyor, ayaklarını, belini hissedebiliyor. Belini ve altını hissedemeyen yalnızca ben ve o bahsettiğim kız vardık. Eğer kategori olsaydı ben aslında paralimpik olimpiyatlarında ikinciydim. Olimpiyat ikincisi olabilirdim. Ama eğer benim engelime göre kategori yaparsak çok fazla sporcu katılmayacak ve turnuva organizasyonları bu işten para kazanamayacak. O sebeple de şu anda tam anlamıyla bir sınıflandırma yapılamıyor diye düşünüyorum.
Koyu bir Galatasaray taraftarı olduğunu biliyorum. Sosyal medyayı da etkin bir şekilde kullanıyorsun.
Eskiden sponsor bulabilmek için çok daha aktif kullanıyordum sosyal medyayı. Şimdi de kullanıyorum ama eskisi kadar Twitter canavarı değilim. Sosyal medyada Galatasaraylı sporcuları görüyorum. Ben o takımın sporcusu olabilmek için çok hayal kurdum. Bir gün “bu takımın sporcusu olmak için neler vermezdim” diye bir tweet atmıştım, beni o sözümle tanıdılar. Taraftarlar özellikle UltrAslan, kendi hesaplarından bunu paylaşıp Türk Havayollarını etiketlediler. “Büşra’ya siz sponsor olun, biz mutluluktan uçalım” şeklindeki tweetleri sayesinde Türk Havayolları benim 2 yıldır sponsorum.
Galatasaray bana çok güzel insanlar kazandırdı.UltrAslan’ın da kalbimdeki yeri apayrı. Türkiye’de nereye gitsem beni desteklemeye gelen UltrAslanlar oluyor.
Bir turnuvaya katılmanın maliyeti nedir?
Ortalama şöyle; gideceğimiz yere göre değişen uçak biletleri var. 350-500€ arasında değişen bir katılım masrafı var. Bu masrafta yeme, içme, konaklama ve turnuvada oynama dâhil. Doğruyu söylemek gerekirse 350€ verip katıldığım bir turnuvada birinci olursam 200$ kazanıyorum. Hiçbir zaman tam anlamıyla ödediğimi geri alamıyorum. Normal tenisçiler gibi değil yani. Sadece dünyanın ilk 10’u iyi kazanabiliyor.
Dünya klasmanındaki sıralaman nedir?
Teklerde şu an 35 numarayım. İlk 32’ye girmem gerekiyor. Çünkü önümüzde Tokyo 2020 paralimpik olimpiyatları var.
Spor Yöneticiliği Bölümü’nü bitirdin ve yakın zamanda İngiltere’de yüksek lisans tamamladın diye biliyorum.
İngiltere’ye gitmek benim en büyük hayallerimden biriydi. Çünkü benim istediğim imkânlara sahip olan sporcuları o ülkede görüyordum. Turnuva için 2013 yılındagittiğimde bir taksinin içinde rampa gördüm ve benim dışarıya çıktığımda kendimi engelli hissetmediğim tek yerdi orası. Her yolda engelli park yerleri, otobüse bineceğim zaman herkesin kenara çekilip beni beklemesi, takside bile rampa olması çok ilgimi çekti. Burası ile benim yaşadığım yer ikisi de aynı dünya mı diye düşündüm. Bir yıl boyunca babamı ikna etmeye çalıştım oraya gidebilmek için. Babamı ikna ettim ama nasıl gideceğimi ne yapacağımı bilmiyordum, tek isteğim oraya gidebilmekti. Araştırmalarımı yaptım. Bir gün sponsorum Intermobil beni aradı “Büşra bize bir teklif geldi, Milyonluk Resim yarışması var, sizleri programda ağırlamak istiyorlar” dedi. O yarışmaya katıldım ve İngiltere’deki eğitimim için gereken miktarda parayı kazandım. Orada eğitimimi, yaşadığım yerin masraflarını giderebildim. Şu anda eğitimim tam olarak bitmiş değil, bazı makaleleri yazıp online göndermem gerekiyor. İnşallah paralimpik oyunlarından sonra tamamlamış olurum diye düşünüyorum.
İngiltere’ye gittiğimde kendim tek başıma yaşayabildiğimi gördüm. Bu benim için çok önemliydi. Ama bir gün yolda giderken tekerleğimin vidası düştü ve ben orada kaldım. Burada olsaydım, seni bile arayabileceğimi, bana yardıma gelebileceğini biliyorum. Buradaki duygularımız orada yok maalesef.
2020’de hedefin ne? İleride kendini nerede görmek istiyorsun?
İlk hedefin elbette paralimpik oyunlara gidebilmek. 2016’da gittiğimde ilk Türk kadın sporcu olarak gittim ama bu tek olmak istediğim bir şey değil. Bu kez istediğim Tokyo 2020 oyunlarına ekip olarak gidebilmek. Kendi antrenörüm de gelsin istiyorum çünkü o en çok hak eden kişi. Kendisine maddi imkanlar sunabilecek birçok iş yapabilecek olmasına rağmen Osman Hocam benimle gönüllü olarak yıllardır çalışıyor. Onunla gidebilmeyi istiyorum. İlerleyen süreçte ise akademik kariyer düşünüyorum.
Seninle birlikte Türkiye’de tekerlekli sandalye tenisi popüler oldu diye düşünüyorum. Başladığın günden bu yana bir yol haritası çizmiş miydin? Bu yönde bir danışmanlık aldın mı? Yoksa bu tamamen kendi vizyonunun getirdiği bir başarı mı?
Öncelikle bu güzel soru için teşekkür ederim. Biz çoğu zaman yol çizmeden planlama yapmadan kendimizi bir anda bir şeyin içinde buluyoruz. Çünkü o şekilde bir ekibimiz yok. Benim çevremde hep iyi insanlar vardı, o yüzden şanslıydım. Tenisle şunu öğrendim ki; hiç kimse hiçbir zaman beni benden daha fazla önemsemeyecek. Ben her şeyi kendi başıma yapmayı öğrenmem lazım. Şu an ise kendimi 4 yıl sonra nerede görmek istediğimi biliyorum, olmaz ise b ve c planlarım da var.
Tenis dışında zamanı nasıl geçiriyorsun?
Ben insanlarla bir arada olmayı çok seviyorum, böyle deşarj oluyorum. Arkadaşlarım ve antrenörümle vakit geçiriyorum beraber PlayStation yada bilardo oynamayı seviyoruz. Hayatımda hiç Barbie bebekle oynadığımı hatırlamıyorum, Barbie bebeğim bile astronottu benim. Animasyon izlemeyi seviyorum. Hepimiz mutlu olabilmek için içimizdeki çocuğu yaşatmalıyız diye düşünüyorum.
Bu güzel röportaj için teşekkürler Büşra, yolun açık olsun…