Benan BİLEK ile Biz Bize
Fotoğraf: Dergah Şen | Stüdyo: Foto Akın
Genç, güzel, dinamik. Yeni fikirlerin yaratıcısı, uygulayıcısı zarif bir iş kadını. “Kırk tarakta bezi var” sözünün hakkını veriyor gerçekten. Ben Tuğçe ile İZSİAD için organize edilen bir “Biz Bize Kız Muhabbeti” döneminde tanıştım. Hem Sahne Modda’sını açmıştı gösteriye, hem de organizasyonun her kalemine titiz dokunuşları oldu. Onun hazırlık disiplinine, konuk karşılayışına, sahne alacak kişiye yaklaşımına hayran oldum. Sonra da tam anlamıyla takipçisi oldum.
1989 Bursa doğumlu Tuğçe. Babasının mesleği askerlik olunca, onun da doğumu Bursa’ya denk gelmiş. Bursa, Malatya, Erzincan derken en son İzmir’e yerleşmişler. Babası Manisalı, annesi Selanik göçmeni. Damarlarında Ege’nin neşeli suları akan, yüksek enerjili, sağlam performanslı bir Ege kızı. Tuğçe’yi tanıdıkça insan geleceğe umutla bakıyor.
Kaç yaşında geldin İzmir’e Tuğçe?
3. sınıfın ikinci döneminde geldim, ilk döneminde Erzincan’daydım. İzmir değişik geldi çünkü orada daha izole, daha askeriyenin içinde bir hayat yaşıyordum. İzmir bir anda daha serbest, daha şehirde olduğum bir hayatı getirdi bana. Tam da ergenlik zamanlarımda.
Bugünkü Tuğçe’ye nasıl geldin?
Bornova Anadolu Lisesinde Almanca bölümünde okudum, o sırada zaten voleybol başlangıcım da vardı. Anlatmaya buradan başlıyorum çünkü voleybolun, sporun, takım birlikteliğinin çok ciddi bir etkisi var. Ne kadar iyi olursan ol orada tek başına bir hiçsin, böylelikle takım oyuncusu olmayı öğreniyorsun. Lisenin ardından ODTÜ Kimya Mühendisliğini kazandım. ODTÜ’ye gitmek de benim için çok ciddi bir değişimdi çünkü ailemden ilk kez uzaklaştım. Onun yarattığı duygusal boşluk ve sonrasında güçlendirme vardı. O noktada tamamen kendi sınırlarınızı kendiniz belirliyorsunuz. Aslında özgürsünüz ama sorumluluk da tamamen sizde.
ODTÜ’de okurken yine takımdaydım, o takım bana ciddi bir güç kattı. Onun dışında da farklı topluluklardaydım, işletme topluluğu, parti organizasyonu, garsonluk, marka elçiliği gibi birçok işte çalıştım. Okulun muhtarı gibiydim, her bölümden çok farklı arkadaşlarım vardı. Okul bittikten sonra sevdiklerimle birlikte olmak istediğime karar vererek işletmeciliği sevdiğimi fark edip İzmir’e döndüm.
Gülcüler Sigorta var mıydı döndüğünde?
Evet, 1998 yılından beri sigorta acentesiyiz. Babam kurucusu ama emekli kimya öğretmeni olan annem her zaman onun yanındaydı. İkisi birlikte bu işi büyüttüler; şu an farklı şehirlerde 13 şubemiz ve çok büyük bir portföyümüz var. Sıfırdan geldiler ve ciddi emek sarf ettiler. Biri asker biri kimya öğretmeniyken sıfırdan yepyeni bir iş öğrendiler. Ve ne olursa olsun her şeyi kendileri yaptılar. Ben babamın askerlikten sonra tekstilciden ürün alıp pazarda sattığı zamanı da bilirim. Ben o zaman yanımdan arkadaşım geçerken utanırdım ama babam asker geçmişi olmasına rağmen asla hiçbir şeyi düşünmeyip o işi de bizim için yapmıştı. Bütün bunlar aslında benim için çok ciddi deneyimlerdi.
İlk iş yerin Gülcüler Sigorta o zaman…
Aile şirketimizin bu kadar emeklerinin üstüne ben de gelip onlarla beraber çalışmak istedim. Etraftan “sen okumadın mı, neden ailenle birlikte çalışıyorsun” gibi tepkiler aldım ancak bu tepkiler bence doğru değildi. Yine de o zaman daha genç olmanın verdiği bir şeyle ben de bu eleştirilerden etkilendim ve sonrasında iş güvenliği uzmanı oldum. Sonrasında sigortayla çapraz satış yapabileceğimiz birbirini destekleyen bir iş kuralım, ben o işi ilerleteyim istedim. Bu da cahil cesaretiydi, yine sıfırdan ortak sağlık güvenlik birimi kurduk. Ben kurucusuydum, sorumlu müdürüydüm, 100 saat iş güvenliği uzmanlığı yaptım. Yanımda bir doktor, bir hemşire, bir A sınıf iş güvenliği uzmanı çalışıyordu. Hepsi bana bir şeyler soruyor, ben hiçbir şey bilmiyorum. Fatura kesiyorum, maaş ödüyorum, satış yapıyorum, pazarlama yapıyorum, kendim eğitim veriyorum, dokümantasyon yapıyorum, çok zor ve yoğundu. İşletme okumuş olsam bile bu kadar kısa sürede bu kadar deneyimim olmazdı herhalde diye düşünüyorum.
İş güvenliği bilgi ve birikim gerektiren bir iş aslında…
Evet ve benim bu konuda pek bilgim yoktu. Üstelik herkes her şeyi bana soruyordu. Ben de konu hakkında eğitim almam gerektiğini düşünerek Dokuz Eylül Üniversitesi’nde örgün programla iş güvenliği ile ilgili yüksek lisansa başladım. Biri bana bir şey önerdiğinde hemen kestirip atmıyorum kapıyı aralayıp neymiş diye bir bakıyorum. Galiba bu sebeple de çok fazla sertifikam oldu. İşle birlikte eğitimlerimi almaya devam ettim. O sırada tehlikeli madde güvenlik danışmanı da oldum. Sıkıştırılmış doğalgaz taşıyan tesislere tehlikeli madde güvenlik danışmanlığı da yaptım. 5 tane tesisim vardı, Söke, Afyon, Torbalı gibi yerlerdeki tır şoförlerine eğitimler verdim. O eğitimler sırasında da çok şey öğrendim. Çünkü onlara verdiğiniz eğitimlerle herhangi bir beyaz yaka çalışana verilen eğitim çok farklıydı. Orada da ulaştırma bakanına karşı sorumluyduk, bir tır devrildiğinde ben raporlama yapıyordum. Kişisel gelişim eğitimlerim de sürüyordu. Bu eğitimler kendimi keşfetmeme yardımcı oldu. Aileden dolayı mı ben bu işleri yapıyorum, yoksa ben gerçekten bunu istiyor muyum soruları başladı. Sonra bunu istemediğime karar verdim. Çünkü bu iş benim hayalim değil, çok ciddi bir iş ben daha mutluluk içeren, insanlara mutluluğumu yansıtabileceğim bir iş hayal ettim hep. Çok ciddi sorumlulukları olan ve çok bilmediğim bir iş ve aslında çok da öğrenmek istediğim bir iş değil. Yapabiliyor olmam bu işi yapmak istediğim ya da yapacağım anlamına gelmiyor. O yüzden devretmeye karar verdim.
Eşzamanlı olarak başlayan Kübik Kafe ve Sahne Modda’yı dinlemek istiyorum biraz…
İş güvenliğini yaparken iş güvenliği ile ilgili farklı bir şeyler de yapmalıyım diye düşündüm. Araştırırken iş güvenliğini sanatla birleştirme fikriyle karşılaştım ve o sırada tiyatro eğitimi alıyordum. Tiyatro arkadaşlarımla iş güvenliği ile ilgili oyun kurgulayıp bunu sunma fikrimi paylaştım. Onlarda bana güvendi ve bu proje için taşın altına ellerini koydular. İş güvenliği ile ilgili birlikte bir forum tiyatro hazırladık. Yine aynı arkadaşlarımla bir tiyatro sahnesi olsa da burayı işletsek gibi bir hayalimiz vardı. Ben de şu anki eşimle yani Ontan İnşaat’la aralarında bir köprü vazifesi görerek onları bir araya getirdim. Sahne Modda da böyle ortaya çıktı. Sahne Modda ile birlikte de Kübik Kafe doğdu. Eşim o zamanlar erkek arkadaşımdı biz daha ilişkide birbirimizi yeni tanırken bir anda iş ilişkisi de oluşmuş oldu. Ve ben sanatçılar ile mühendisler arasında bir köprü görevi gördüm. Yine çok farklı kişileri bir araya getirmiştim; sanatçı “burası benim sahnem” diye bakarken, inşaatçı da “burası benim inşaatım” diye bakıyordu olaya ve herkes kendi bakış açısında haklıydı. O sırada dedik ki bu sahnenin önünde bir kafe olmalı, Kübik Kafemiz böyle ortaya çıktı.
Neydi Kübik Kafe konseptin?
Daha pratik, taze, hazır tüketilebilecek ürünlerin yer aldığı yurtdışından esinlendiğimiz bir kafe konseptiydi. Çünkü hayat çok hızlı akıyor, hayatın hızına ayak uydururken, bir yandan da güzel şeyler yemek istiyoruz. Kübik Kafe de bu fikirle doğdu. Şu an Kübik Kafe’nin sahibi benim ancak aslında markayı eşimle birlikte yarattık. O hayali verdi ben devam ettirdim diyebiliriz. Kübik Kafe şuan Ontan Bayraklı’da ve Gül Sokak’ta var. Sahne Modda’nın da şu an tüm işletmesini ve operasyonunu ben götürüyorum. Orada da isteyen alternatif tiyatro gruplarına sahne kiralıyoruz ya da bir sosyal sorumluluk projesi varsa ücretsiz de verebiliyoruz. Film gösterimleri, söyleşiler ve paneller de oluyor. Sahne Modda, Modda Bayraklı’nın altında. 60 kişilik bir alternatif bir tiyatro sahnesi olarak yaklaşık 2 senedir devam ediyor. Çok güzel çok farklı dinamikte insanlar sanatçılar var ama onun teknik altyapısı da ayrı bir iş. Ne zaman orada keyifli bir etkinlik gerçekleşse benim suratımda kocaman bir gülümseme oluyor. Ortaya bir ürün çıkarmak ya da ürün çıkmasına katkımın olması beni çok mutlu ediyor.
Sahne Modda bu şekilde devam ediyor sürekli, sigorta sürekli devam ediyor, iş güvenliğinde de yüksek lisansım devam ediyor. Bunların dışında Kübik Kafe’ye çok ciddi emek harcıyoruz. Ontan Bayraklı’daki tamamen bana ait, Gül Sokak’takinde Alsancak Unlu Mamüller ile ortaklığımız var. Alsancak Unlu Mamüller sahiplerini çok yeni tanıdığım bir firma. Çok köklü bir firma ben yeni kurucularıyla tanıştım iki kardeş Deniz ve Levent gerçekten onları da kardeşim gibi seviyorum. İşlerini çok iyi yapıyorlar, Alsancak Unlu Mamülleri’nin bir parçası gibi hissetmemi de sağlıyorlar ve işe çok ait hissediyorum onlarla birlikte çalışırken.
Örtüşüyor mu ürünler?
Örtüşüyor çünkü ben babam ile geldiğimde babam oradaki o lezzetli börekleri yemek isterken ben falafel salatası yemek istiyorum. Dolayısıyla ikimize de hitap ediyor. Ya da Alsancak Unlu Mamüller’den aldığım boyozla benim sattığım baklagil salatasını birlikte tüketebiliyorum. Aslında farklı gibi görünse de birbiriyle örtüşen ürünler. Böyle merkezi bir yerde birlikte olmak iki markaya da güç veriyor. Gül Sokak önemli bir konum ve orada esnaf mahalle kültürü de hala var aslında. Çok eski yıllardan beri orada oturan amcalarımız, teyzelerimiz geliyor, çok farklı bir müşteri portföyümüz var. Bayraklı da ise daha çalışanlar ve iş odaklı bir müşteri portföyü var. Tabii ki kafe ve gıda sektörü benim için çok yeni şu an hala bir şeyler öğreniyorum. Sürekli kendimizi geliştirmeye ve yenilemeye çalışıyoruz. Hedefimiz öncelikle İzmir’de olmak üzere daha fazla noktada yer almak.
Gıda işi çok fazla dinamik gerektiriyor, nasıl yetişiyorsun?
Kübik Kafe’nin bütün operasyonunda benim ilkokul arkadaşımla birlikte çalışıyoruz o bizim her şeyimiz. İzmir’deki ilk arkadaşım Esra, onunla çocukken olan hayalimizi gerçekleştirmiş olduk aslında bir şekilde. Esra Güngör bizim Bayraklı’daki sorumlumuz. Tüm satın alma, marka yönetimi, sosyal medya yönetimi, satış pazarlama, operasyon, ön muhasebe her şeyi birlikte yapıyoruz. Çok güzel şeyler öğreniyoruz, ben bir yandan görsel tasarlama, sosyal medya planlama ile uğraşırken bir yanda stok takibi, satın alma, ürün seçme kısmındayım. Yeri geliyor lojistik, yeri geliyor iş geliştirme, hukuksal süreç, operasyon, muhasebe kısacası bir işletme ile ilgili olan her şeyle ilgilenip hepsini öğreniyorum. Böylelikle hangisine daha eğilimli olduğumu da anlayabiliyorum ki, bundan sonrasında görevleri paylaştırırken kendime yükleneceğim ana görevi de daha kolay seçebiliyorum artık.
Bir de Coza var; yeni girişiminiz…
Evet; Coza Working Space. Henüz çok yeni, Temmuz ayında bir yılı doluyor. Ontan Bayraklı’da bir paylaşımlı ofis alanı Coza Working Space. Markanın adını, marka oluşumunu, her şeyi kardeşim Gökçe Gülcüler ile birlikte yaptık orada da. Kardeşim de uçak mühendisi ama onun da kendi sosyal girişimi var “Ustamdan” adında. Biz ailece çoklu işler yapmayı seviyoruz sanırım, hepimizde var bu. Bu anneannemden geliyor, kendisi şu an 70 küsur yaşında ve ilkokula başladı, okuma yazma öğreniyor.
Coza Working Space’den bahsedelim biraz…
Coza Working Space’de hazır ofisler var. Burada bir kişinin ihtiyacı olabilecek tüm ofis ortamını yaratıyoruz. Nedir bunlar? İnternet, elektrik, su, aidat, temizlik, çay-kahve ikramı, mobilya gibi her şeyi ben sağlıyorum. Kişi geliyor, bilgisayarını alıyor, vergi dairesine başvurup orayı adres gösteriyor ve gelip çalışmaya başlıyor, yani her şey bana ait. Tek bir fatura kesiyorum, o faturayı giderde kullanabiliyor. Kişi hiçbir şeyle uğraşmıyor, her şey ile ben uğraşıyorum. Bu da yine bir hizmet sektörü.
Yaptığın işlerin ortak noktası hepsinin hizmet sektörü olması…
Aynen. Coza çok güzel, yeni nesil bir iş. Çünkü artık bir şeyleri paylaşmak zorundayız, paylaştıkça güçleniyoruz. Maliyetlerimiz ve üzerimizdeki sorumluluk azalıyor. Oradaki farklı ofislerde farklı sektörlerdeki insanların birbirleriyle iletişimleri oluyor, birçok faydası var paylaşımlı ofisin.
Sanal ofis hizmeti de veriyor musun?
Evet; sanal ofis hizmetimiz sadece adres göstermek isteyen müşterilerimiz, vergi mükellefi olup aslında freelance çalışan ama bir adresinin bulunması gereken müşterilerimize verdiğimiz bir hizmet. Plazada olmamıza rağmen kendimize ait 100 m2çok güzel bir terasımız var ve burada da çeşitli söyleşiler yapılabiliyor. Kübik’ten ürünlerimiz oraya gidiyor. Toplantı talebi gelirse Sahne Modda’yı kullanıyorum. Aslında birçok işimi birleştiriyorum. Bunlar haricinde toplantı odamız var, saatlik ya da günlük olarak ihtiyaç doğrultusunda bu odayı da kiralık verebiliyoruz.
Coza için hedeflerin neler?
Şimdi hedef 4-5 ay içerisinde daha büyük bir Coza açmak… Çünkü ben bu işi seviyorum, insanları bir araya getirmeyi seviyorum. Onların mutlu çalışabileceği bir altyapıyı oluşturmayı seviyorum. İzmir şu an girişimcilik kenti haline geliyor. Bilinç çok daha fazla arttı ve girişimcilere duyulan güven arttı, önem arttı. Girişimcilerin de kendine güveni arttı ve insanlar artık daha bireysel fikirleri hayata geçirmeye eğilimli. Sadece girişimciler de değil İsveç menşeli çok ciddi bir firma ile de 3 senelik bir kiralama yaptık mesela. Yani artık çok ciddi firmalar da bu tarz ofisleri tercih ediyor. Çünkü herkesin uğraşması gereken çok şey var ama zaman çok kısıtlı. Birilerine bunları devretmek zorundasınız; ben bu kısmı üstleniyorum, onlar da işlerine daha çok zaman ayırabiliyorlar. Bu sebeple Coza’nın geleceği çok parlak, hedefimiz oranın daha büyüğünü yine aynı bölgede oluşturmak. Daha çok ofisin olduğu ve ortak çalışma alanının olduğu, insanların birbirleriyle daha çok network kurabileceği bir alan hedefliyoruz.
Bütün bu yoğun iş temposu ve bir sürü zaman isteyen işlerin yanı sıra seni pek çok aktivitede de görüyorum. Pek çok derneğin üyesisin sanırım…
ODTÜ Ege Bölgesi Mezunlar Derneği’nde yönetim kurulundayım iki dönemdir. Orasının ayrı bir manevi önemi var. Dernekte Ege Bölgesi’nden ODTÜ’ye giden öğrencilere burs yardımında bulunuyoruz. ODTÜ’nün Ege Bölgesi’ndeki tanıtımı oluyor. ODTÜ’lüler bir araya gelip etkinlikler yapıyor. Onun dışında Balkan Türk İş Dünyası Derneği’nde yönetim kurulu başkan yardımcısıyım. Başkanımız da Akın Kazançoğlu. Oranın da bende ayrı bir yeri vardır. Ege Çağdaş Eğitim Vakfı’nda Yönetim Kurulu üyesiyim. Başkanımız Yasemin Reşitoğlu’nu da çok seviyorum. ODTÜ Mezunlar Derneği ile EÇEV aslında eğitimle alakalı olduğu için benzer formattalar. Eğitime destek ve çağdaş eğitim için katkıda bulunmak gibi görevleri var. EÇEV yararına 6 Temmuz’da Cunda’da koştum. İzmir Sanayici İş Adamları Derneği’ne üyeyim. Türkiye Aile İşletmeleri Derneği’ne üyeyim. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne üyeyim. Bir de Beşiktaş Kongre üyesiyim.
Hepsinin toplantılarına gidiyor musun?
Aynı anda birçok etkinlik olabiliyor genelde haftam boyunca. Ben de öncelik sıralaması yapıyorum. Yönetim kurulunda olduğum derneklerin toplantılarına mümkün mertebe katılıyorum. Bir şeylerden fedakârlık etmem gerekiyor. Çünkü fiziki olarak orada bulunmayı seviyorum. Üstüme sorumluluk da alıyorum. Bunun dışında voleybol takımındayım aktif olarak haftada bir gün voleybola gidiyorum. Baronun, avukat arkadaşlarımın oluşturduğu bir takım. Hatta Antalya Baro Turnuvası’na da gittim. Takımda tek avukat olmayan bendim. Spora olabildiğince devam ediyorum, haftada bir gün yoga, bir gün reformer, bir gün de voleybola gitmeye çalışıyorum.
Kendini besleme kaynakların neler?
Beslenme kaynağım insan olarak kardeşim, eşim, annem ve babamı sayabilirim. Bazen tek başıma kalmayı da çok seviyorum. Uzaklaşıp tek başıma tatile gitmeyi seviyorum. Uzakta kalıp, kendimi soyutlayıp, uzaya fırlatılmış gibi oluyorum. Oradan kendi dünyama bakıp sonra geri gittiğimde her yere daha net dokunabiliyorum. Beni besleyenler temelde insanlar, insanları çok seviyorum. Aslında tüm canlıları çok seviyorum.
Güveniyor musun?
Güveniyorum. Kişi kendinden bilir işi misali ben kendim gibi düşünüyorum. Hep güvenerek başlıyorum. Sıfır da değil eksi de değil hep artı bir ile başlıyorum karşı tarafa. Tabii ki zaman zaman bunun çok zararını da görüyorum, buna da deneyim diyorlar. Onu da fark ettim.
Kırılıyor musun?
Çok üzülüyorum, çok kırılıyorum. Ağlıyorum, başım ağrıyor, migrenim tutuyor, hastanelik oluyorum. Çok ciddi beni etkiliyor aslında. Ama sevgiden de çok besleniyorum. Sevgisizlik yada güven kaybı hissettiğimde de bu negatif duygular beni çok etkiliyor. Tüm bunları yaşadıkça da deneyimin ne olduğunu anlıyorum. İnsanlar zaten en çok sevdiği ve güvendiği insandan hayal kırıklığına uğruyorlar.
Toleransım çok yüksek. Çok anlayabiliyorum karşı tarafı, çünkü dinlemeyi seviyorum. Herkesin kendi hayatı, hayatını bana anlatmayı seçmiş ben de dinliyorum. Yalan söylüyorsa bile o, onun tercihi ama ben onun söylediğini dinliyorum ve zaman ayırıyorum.
Bütün bu anlattıkların ciddi bir zaman yönetimini gerektiriyor, bence en zor kısmı o…
Çok sevdiğim bir ajandam var. Dijital ajanda pek sevmem, sürekli yanımda ajandam ile dolaşıyorum. Programlama yapmayı seviyorum, ayın başından ayı, haftanın başından haftayı planlıyorum. Her şeyim adım adım belirli ve planlı. Tabii ki arada boşluklar ve açık kapılar da var. Tercih değiştirebileceğim alanlar elbette var ama genel çerçeve hep planlı. Bir orkestra şefi gibi görüyorum kendimi, eğer orkestrayı iyi yönetemezsen kakafoniye dönüyor, aynı orkestrayla, aynı enstrümanlar, aynı insanlarla eğer iyi yönetirsen çok güzel bir senfoni ortaya çıkıyor. Bir de bir oyun, bir kurgu olarak görüyorum her şeyi. Ve benim amacım da sorun çözmek… O yüzden “yine mi sorun demiyorum” hiçbir zaman, çünkü benim amacım bu problemleri çözmek. Zaten o problemleri çözebiliyor olmasam oralarda olmazdım. Dolayısıyla sorun benim için negatif bir şey değil. Çözülmesi gereken bir aşama olarak görüyorum.
Ders almayı ve pardon demeyi bilir misin?
Son birkaç senede iş hayatında çok yeniyim, gencim, kadınım ve farklı yaşlardan insanlarla birlikte çalışıyorum, işbirliği yapıyorum. Dolayısıyla beni çok hayal kırıklığına uğratan anlar oluyor. Çok öfkelendiğim anlar oluyor o zaman da diyorum ki bunu yaşamamın bir sebebi vardı, benim yansıttığım bir şeyi ben gördüm. Buradan demek ki bir ders çıkarmam gerekiyordu, iyi ki bu yaşandı ve ben bu dersi çıkarabildim. Ben bunu bildiğim için aslında haklı olduğumu bilmeme rağmen bir insandan özür diledim. Bunu yapabilmenin de beni çok olgunlaştırdığını düşünüyorum. Kendi iç dünyamda hala haklı olduğumu biliyorum ama ben bunu savunmakla zaman harcasaydım, aklımı kendimi geliştirmeye, pozitifliğe ve yeni şeylere ayırmak yerine ben orada kalacaktım.
Sosyal sorumluluk projelerini de başında olduğun işleri de bir eğitim gibi görüyorsun sanırım.
Çok farklı yaşlarda, çok farklı eğitim ve iş alanlarında olan insanlarla diyaloglarım var iş ve özel hayatımda. Bu da beni çok besliyor. Hepsiyle olan iletişimde önce dinleyip karşı tarafı anlamaya çalışıyorum. İnsanız ve kesinlikle bir ortak noktamız çıkıyor herkesle. Sıkılıyor muyum? Hayır. Bunu aslında sevdiğim için yapıyorum. Çünkü ben her farklı STK’da ya da her farklı işimde farklı bir yöneticiyi görüyorum. Aslında ben normalde birlikte çalışmadığım için göremeyeceğim, deneyimleyemeyeceğim iş modellerini deneyimliyorum. Her farklı derneğin başkanından yeni bir yönetim görüyorum, nasıl bölüyor, nasıl parçalıyor, nasıl kriz yönetimi yapıyor öğreniyorum. Hep ben bu kişiden ne öğrenebilirim ve ben ona ne katabilirim diye düşünüyorum. Kişisel gelişim anlamında bana katkı koyan her yerde varlığımı sürdürmeye devam ediyorum ve yeniliklere de açığım.
Bu röportajını okuyanlar “ ne sıkıcı kız diyebilir” belki ama sen çok eğlenceli ve çok komiksin. Kına gecesinde davul çalarak spagetti askılı kırmızı kına elbiseli, neşeli gelinsin benim aklımda…
Biz genelde eğlenmek için bir araya geliyoruz ve genelde mutluyuz. Mutsuz anlarımızı da paylaşıyoruz çünkü mutsuzluk paylaştıkça azalıyor, normalleşiyor ve kanıksıyorsunuz. Mutluluk da paylaştıkça artıyor. O yüzden ben her arkadaşımla her şeyimi paylaşıyorum öyle bir güvenimiz var. Mutlu olabileceğim insanlarla vakit geçirmeye çalışıyorum, eğlenmeyi de çok seviyorum.
Mutluluk senin için çok önemli…
Evet, mutlu çalıştığım için çalışıyormuşum gibi gelmiyor mesela. Eşimle de Pazar günü dâhil çalışıyoruz ama çalışıyor gibi değilim çok mutluyum. Zaten mutlu olmadığım anda vücudum tepki vermeye başlıyor. Ve ben vücudumun bana verdiği mesajı alıp kendimi mutlu etmeye çalışıyorum. Benim önce kendim mutlu olmam lazım ki çevreme de mutluluk verebileyim.
Eşin sana nasıl ayak uyduruyor?
Eşimin de hiperaktif olduğunu düşünüyorum. Eşim de çok hareketli ve o da çok yönlü, sürekli aklı iş geliştirmede. İş odaklı ve çok dinamik bir hayatı var. İkimiz de birbirimize “Senin dışında kimse bana ayak uyduramazdı” diyoruz aslında. Çünkü biz birbirimize çok iyi iki hayat arkadaşıyız. Çok klişe bir evlilik hayatımız yok, ev arkadaşı ve hayat arkadaşıyız, birbirimizin alanlarına saygılıyız. Birbirimizin sınırlarına saygılıyız. Asla birbirimizi didiklemeden mantık çerçevesindeyiz ikimiz de. Sorun yaratmak isterseniz her zaman yaratırsınız ama hayatta zaten çok fazla sorun var, biz birbirimizin hayatını kolaylaştırmak ve birbirimizi mutlu etmek için birlikteyiz. Nitekim çok mutlu bir hayat sürüyoruz birlikte.
Birbirinize desteksiniz de aynı zamanda…
Kesinlikle öyle. Ben ona her şeyimi anlatabiliyorum, o bana her şeyini anlatabiliyor ve ikimizde de asla suçlama yok.
Fikir soruyor musunuz birbirinize?
Elbette, birbirimizin fikirlerini alıyoruz ve çok güzel fikir geliştiriyoruz birlikte. Aynı zamanda çok iyi iş arkadaşı da olduğumuz için iş üzerine de çok fikir geliştirme yapıyoruz beraber.
Son sorumu soruyorum, sen Tuğçe ile röportaj yapsaydın, ona ne sorardın?
“Neden bu kadar çaba?” diye sorabilirdim.
Peki cevabın?
Çünkü beni mutlu ediyor. Ben kendimle mutluyum ve kendimin mutlu olduğu her anda, her yerde varım. Duygusal tatmin, yani benim mutlu olduğum şeyler insanlara yarar sağlamak, toplumda var olmak, insan tanımak gibi…
Daha çok kişi tanı, daha da çoğal sevgili Tuğçe; senin gibi genç iş kadınları çok çok olsun…