Sofra Muhabbeti: Av. Hakan Koca

Biraz Dostluk… Biraz Neşe…

Sibel KÖROĞLU - MegaPlus Dergisi Genel Yayın Koordinatörü

Sibel KÖROĞLU

MegaPlus Dergisi Genel Yayın Yönetmeni

Baba gibi baba; Hakan Koca

Bu ayki konuğum uzun süredir dostluğuyla çoğaldığım, mutlu olduğum bir isim; Avukat Hakan Koca. Benim için bir sırdaş, bir erkek kardeş. Fikir sorabildiğim, danışabildiğim bir bilirkişi. Çeşme’deki yeni evine ziyarete giderken kafamda, Haziran sayımızın Babalar Günü’nün yer aldığı günlerde çıkıyor olmasının heyecanıyla onun sofrasına konuk olmak ve Sofra Muhabbeti’mi kendisiyle yapmak vardı. Ve onun bu projemden haberi yoktu. Çünkü benim için Avukat Hakan Koca, çok iyi bir arkadaş olmasının yanı sıra takdir de ettiğim bir babadır.

SİBEL KÖROĞLU: Evin çok güzel bayıldım. Güle güle otur.

Hakan Koca: Geçen sene Ağustos ayında aldım ben burayı. Bir tane de İzmir’den ev aldım. 10 aydan beri ikisine de yerleşmeye çalışıyorum. Haftanın 5 günü Alaçatı’da, birkaç günü de iş dolayısıyla İzmir’de olayım düşüncesiyle bir hayat kurguladım. Yaşamım boyunca hiç tatil yapmadığım için bundan sonraki hayatımı tatil olarak geçirmeyi planlıyorum.

SİBEL KÖROĞLU: Herkes senin avukat olduğunu biliyor. Nasıl devam ediyorsun şu an iş hayatına?

HAKAN KOCA: 1983’de adliyede dava takip memuruydum ve Hukuk’ta okuyordum. Yani 36 senedir adliyede olmuşum. Biraz yoruldum, bundan sonra danışmanlık yapmak istiyorum. Mesleğimi artık daha keyifle ve sakin yapayım istiyorum.

SİBEL KÖROĞLU: Unutamadığın bir davan var mı?

HAKAN KOCA: Aylarca süren ve çok uğraştığımız bir boşanma davası vardı, tam davanın sonlarına yaklaşırken bir anda barıştılar; biz avukatlar olarak şok olduk.

SİBEL KÖROĞLU: Severek yapıyorsun işini…

HAKAN KOCA: Yıllarca severek yaptım şimdi de severek yapıyorum ama avukatlık mesleği gerçekten çok zor; meşakkatli, çok sorumluluk isteyen, tabiri caizse herkesin hakkını hukukunu emanet alıyorsunuz üstünüze. Dolayısıyla buna bağlı olarak stresli bir meslek. Dünyanın her yerinde bu böyledir. Aynı zamanda avukatlık performans kaygısının da en yüksek olduğu mesleklerden biridir.

SİBEL KÖROĞLU: Avukat olmasaydın ne olmayı isterdin? Bir B planın var mıydı?

HAKAN KOCA: Ben şuna inanıyorum; “İşini severek yapan bir gün bile çalışmış sayılmazmış” diye bir söz var ya, çalışıyor hissetmeyeceğim bir iş isterdim. Mesela spor hocalığı, güzel sanatlar hocalığı gibi. Bu tip mesleklerin insanın yaşamına huzur katan meslekler olduğuna inanıyorum. Fakat ben memur çocuğu olarak -babam ilçe ziraat müdürüydü-, küçük bir yerde memur terbiyesiyle büyüdüm. Dolayısıyla yaşama da zor şartlarla başladım. İlkokuldan itibaren hep çalışarak geçti hayatım. Ortaokul, lise okurken de hep aynı anda çalıştım. Hatta Hukuk Fakültesi’ni okurken, bir yandan geziler eğlenceler düzenlerdim, bir yandan el sanatları yapardım, bir yandan da maliyede devlet memurluğu yapıyordum. Bana bir ara arkadaşlarım “Holding Hakan” demeye başlamışlardı. Hep aynı anda birden fazla şeyi yapayım diye düşünüyordum, hırs mı vardı onu da bilmiyorum. Mesela tek bir kitap okumazdım aynı anda 3 kitap birden okurdum, birini bırakır öbürüne başlardım. Az önce spor hocalığı, güzel sanatlar hocalığı gibi sakin mesleklerinden bahsettim ama onları seçseydim yeterince tatmin olur muydum, aynı zamanda yine 5 şey birden yapar mıydım o kısmını da bilmiyorum. Ama aynı şartlarda yine mesleğe başlıyor olsaydık ben yine avukat olurdum.

SİBEL KÖROĞLU: Neden başarılı oldun sence?

HAKAN KOCA: Ben meslek hayatımda insanlara en çok güven verdim. Bu meslekte güven çok önemli. O yüzden stajyerlere, avukatlığa yeni başlayan arkadaşlarıma hep diyorum ki bu mesleğin gecesi gündüzü yoktur, 24 saat ve hayat boyu “güvenilir” sözüne sadık olmak gerekmektedir. Yıllar süren meslek hayatımda insanların bana olan güveni beni hep hoşnut etti. Mesleğimin en çok sevdiğim yönlerinden biri buydu. Genellikle avukatlığını yaptığım çoğu kişiyle de aynı zamanda dost oldum. Dostlarıma baktığımda müvekkilim olan çok kişi var. Bu da çok güzel bir duygu. Çünkü beraber iş yapıp zorlu zamanlar atlatmışsınız ve sonunda artık dost oluyorsunuz. Bu mesleği sevmemek mümkün mü?

SİBEL KÖROĞLU: Senin baba kimliğin aslında biraz da bu sohbetin belkemiği. Kıbrıs’ta okuyan kızınla birazdan iletişime geçeceğiz. Gerçekten isminden bahsederken gözlerini ışıldatan bir kızın var…

HAKAN KOCA: Evet, Nisan’la gurur duyuyorum.

SİBEL KÖROĞLU: Nisan, Nisan’da doğdu herhalde…

HAKAN KOCA: Hahaha, yok bilemedin. Hemen hemen tüm Nisan’lar doğduğu ay nedeniyle bu ismi alıyorlar ama benim kızımın durumu farklı. Ben Nisan ayında aldım kızımın haberini; o nedenle Nisan.

SİBEL KÖROĞLU: Biraz Nisan’dan bahsedelim, öncesini ve sonrasını anlat bana…

HAKAN KOCA: 1999 sonunda Nisan doğduğunda milenyuma çocuklu bir baba olarak girdim. İlk iki üç haftam sevinçten kutlama yaparak geçti. O kadar mutlu olmuştum ki; neredeyse her gün sevinçten şampanya patlatıyordum. Nisan’ın doğmasıyla beraber bana bir anda baba bakışı geldi. Nisan’ın doğumundan sonra güzel kızımın varlığının yanı sıra bendeki bir diğer etkisi baba bakışı, baba gözü, baba sorumluluğu oldu. Eskiden anne babamın evladıyken sanki sonra onların da babası oldum, onlar benim çocuğum oldu gibi hissettim.

SİBEL KÖROĞLU: Kıbrıs’ta ne üzerine eğitim alıyor?

HAKAN KOCA: Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde 3 yıl, Marmara Üniversitesi’nde 3 yıl olmak üzere İngilizce Tıp okuyor. Üstelik % 100 burslu. Hazırlığı atladı, birinci sınıfı da bitirdi, birkaç gün sonra dönecek.

SİBEL KÖROĞLU: Avukat olmak istedi mi hiç Nisan?

HAKAN KOCA: Evet, çocukluğunda istemişti. Beni örnek alıyordu. Fakat ülkede çok hukuk mezunu olmaya başladı. Bu meslek çok kalabalıklaştı. Son konuşmalarımızda “istersen farklı bir meslek tercih et” dedim. Avukatlık stresli bir iş; insan çocuğunun stresli bir iş yapmasını istemiyor, daha huzurlu işler yapsın istiyor. Sonrasında o Tıp tercih etti.

SİBEL KÖROĞLU: Çok sakin bir iş seçmiş…

HAKAN KOCA: Hahahaha doğru. Hem huy olarak hem tip olarak çok benziyoruz kızımla.

SİBEL KÖROĞLU: Seni çok etkileyen bir babalar günü hediyesi oldu mu?

HAKAN KOCA: Evet, 15-20 sayfalık bir defter hazırlamıştı Nisan, daha 8-9 yaşlarındayken. Bana atfen el yazısıyla unutulmaz şeyler yazmıştı. Onu hala saklıyorum şimdi bile açıp okuduğumda gözlerim doluyor.

SİBEL KÖROĞLU: Nasıl bir ilişkin var kızınla?

HAKAN KOCA: Ben babası olarak Nisan’a küçükken bile hep bir yetişkin gibi davrandım. En önemli müvekkilime nasıl bir dakika gecikmiyorsam, nasıl sözüme bağlı ve sadık kaldıysam ona da öyle davrandım hep sorumluluk içerisinde bu duyguların önemini gösterdim. Ve şimdi karşımda oturup saatlerce konuşabileceğim mükemmel bir insan var.

Bir gün ona atari gibi bir hediye almıştım. Daha 7-8 yaşlarındaydı ben de hediyeyi kurmaya çalışıyordum ama kan ter içinde kaldım. Durdu ve dedi ki, “Babacığım, tamam yeter boş ver yapma artık ben böyle çok mutluyum.” Beni o teselli edişini hiç unutamıyorum. Çocukluğundan beri karşısındaki kişiyi sevgiyle şefkatle kucaklayan bir yapısı vardır.

SİBEL KÖROĞLU: Ben biraz yemeğe olan ilgine değinmek istiyorum. Mesela evde yoğurt mayalayıp turşu kuruyorsun. Her babayiğidin harcı değil. Yemek yapmak sana ne katıyor?

HAKAN KOCA: Çocukluğumda hafta sonları babam Pazar günleri anneme hiç elletmez, kahvaltıyı kendisi hazırlardı bize. Benim bu özelliğim babamdan geliyor. Yemek yaparken çok zevk alıyordum ama son 2-3 yıldır daha çok zaman ayırmaya başladım. Eskiden sadece kebaplar, balıklar falan yaparken şimdi yoğurt mayalamaya kadar işi ilerlettim. Yemek işi benim için bir keyif, ayrı bir seremoni gibi olmaya başladı. Yemek yemenin ötesinde o yemeği hazırlama süreci benim için çok önem kazandı. Hem yemek yapmayı sevdiğim için, hem de dışarıdaki yemekleri her zaman sağlıklı bulmadığım için. Çoğunlukla kendi yaptığım yemekleri, evimde, dostlarımla yemeyi tercih ediyorum. Temiz olması, iyi malzemelerle yapılması, sağlıklı bir ortamda pişirilmesi önemli.

SİBEL KÖROĞLU: Yemek düzenini de değiştirdin…

HAKAN KOCA: Bir buçuk yıl önce ketojenik beslenmeye geçtim. Ketojenik beslenmeyle ilgili kitaplardan ve internetten bilgi edindikten sonra uygulamaya karar verdim. Pek çok uzmanın belirttiği şey şekerin insan için bir zehir ve bağımlılık olduğuydu. Şeker kullanmayı bıraktım ve ona bağlı olarak glüteni, yani un ve unlu mamulleri de bıraktım. Paketli gıdaları bıraktım. Turşusu da yoğurdu da dâhil olmak üzere dışarıdan bir şey almadan hepsini kendim temiz ve sağlıklı bir şekilde evde yapıp tüketmeye çalışıyorum.

Ketojenik beslenmede ekmek gibi unlu şeyler asla yok. Şeker ve şekere bağlı glisemik indeksi yüksek sebzeler de yok. Vücut enerji üretmeyi, daha ziyade glisemik indeksi düşük olan sebzeler ve sağlıklı yağlardan sağlıyor. Böylelikle şeker gibi kısa süreli bir enerjiyi almak yerine yağdan alınan daha uzun süreli ve insan vücuduna daha sağlıklı enerjiyi almak önemli. Dolayısıyla bir buçuk yıldır ketojenik besleniyorum ve hayatım boyunca da böyle devam edeceğim. Bu beslenme şeklinde iç yağlanma da azalmış oluyor.

SİBEL KÖROĞLU: Peki, bu bekârlık bitecek mi yoksa devam mı?

HAKAN KOCA: Bence imza atmaktan daha önemli olan insanların ruhlarının birbiriyle evlenmesi… Ruh anlamında tekrar evlenebilirim, resmiyet anlamında şu an için öyle bir düşüncem yok.

SİBEL KÖROĞLU: İlk aşkını hatırlıyor musun?

HAKAN KOCA:  Evet, ilk aşkım klasik olarak ilkokuldaydı.

SİBEL KÖROĞLU: Tekrar karşılaştın mı hiç ilk aşkınla?

HAKAN KOCA: Evet, karşılaştım.

SİBEL KÖROĞLU: Aynı hisleri hissettin mi?

HAKAN KOCA: Asla… Hatta ben nasıl âşık olmuşum falan dedim kendi kendime J

SİBEL KÖROĞLU: Çocukken âşık olduğunda neler hissetmiştin?

HAKAN KOCA: Bembeyaz bir teni vardı onun hiç unutamıyorum saçları da sarıydı. İsmi de Serap’tı. İlkokul birinci sınıfın sonuydu gösterisinde biz Kızılderili olacaktık, Serap da esir olacak, biz onu kaçıracağız. Biri gelip Serap’ı kurtarıp öpecek. Ben hemen “Kurtaran ben olmak istiyorum” diyerek öne atladım. Öğretmen beni seçmedi. Benim Serap’ın akrabası olan yakın bir arkadaşım vardı, onu seçti. Kızı o öptü. Biz Kızılderili olarak kızı kaçırdığımızla kaldık. Bu hikâyeyi hiç unutamıyorum. Bütün ilkokul hayatım boyunca aynı kıza âşıktım.

SİBEL KÖROĞLU: Tekrar Nisan’a dönelim. Şimdi çok güzel bir genç kız. Evlenme zamanı geldiğinde sence ne hissedersin?

HAKAN KOCA: Nisan, o kadar tedbirli, o kadar akıllı, o kadar derin düşünen bir insan ki, zamanı geldiğinde evlilik için kimi seçerse doğru bir insan olacağını düşünüyorum. Nisan’ın evlenmesini değil, istediği gibi aşk ya da aşklar yaşamasını arzu ederim. Tabii Allah inşallah bir kişiye âşık etsin ve ömür boyu onunla olsun. Ama hayat devam ediyor, insanlar mutlu olmayı hak ediyorlar. Benim çocuğum da dâhil olmak üzere Allah herkesin gönlüne göre versin. Hepimiz saygın ve güzel ilişkilere layığız.

SİBEL KÖROĞLU: Senin bir de sanatçı yönün var. Bir dönem ofisinin üst katını seramik atölyesi olarak kullandığını hatırlıyorum. Daha sonra evde bir atölye yaptın. Nereden doğdu bu seramik merakı?

HAKAN KOCA: Aslında benim seramikten önce fakülte başlarında deri ve kösele kullanarak mask yapma merakım vardı. İnsan yüzleri yapardım. Sonra kolaj tutkaldan heykeller yapmaya başladım. Resimden ziyade üç boyutlu şeylere yeteneğim vardı her zaman. 1988’de Konak’taki Atatürk Kültür Merkezi’nde bir seramik kursuna başladım. Çok değerli bir seramik hocamız vardı ondan 1-2 yıl ders aldım. O eğitimlerle seramiği ve çamuru öğrenmiş oldum. Seramik sanatçısıyım diyemem ama hobi olarak yıllar içerisinde zaman zaman kopmalarım olsa da bu uğraşım devam etti.

SİBEL KÖROĞLU: İlk yaptığın seramik duruyor mu?

HAKAN KOCA: Seramik kolay kırılabilen bir şey. Ben de çok ev değiştirdim dolayısıyla taşınma süreçlerinde bazı zayiatlar oldu.

SİBEL KÖROĞLU: Sergi açmayı düşündün mü hiç?

HAKAN KOCA: Düşündüm ama zaman konusundan dolayı benim mesleğimle çok uyuşmuyor. Bu zamana kadar birkaç kursiyer sergisi dışında kişisel bir sergim yok. Bundan sonraki süreçlerde belki olabilir.

SİBEL KÖROĞLU: Bence mutlaka açmalısın. Seve seve seni asiste ederim. Hadi şimdi Nisan’la konuşalım.

Şimdi biraz da Nisan’la konuşmak istiyorum.

(Hakan Koca ile sevgili kızı Nisan’ı telefonla aradık.)

SİBEL KÖROĞLU: Nisancığım, böyle başarılı bir babanın kızı olmak nasıl bir duygu senin için?

Nisan Koca: Çok güzel, güven verici bir duygu. Çok mutluyum onun kızı olmaktan.

SİBEL KÖROĞLU: Baban deyince aklına ne geliyor?

Nisan Koca: Her anlamda sırtımı yaslayabileceğim, güvenebileceğim ve her zaman yanımda olduğunu bildiğim insan.

SİBEL KÖROĞLU: Babanla aranızda olan komik ve unutamadığın bir anını anlatır mısın?

Nisan Koca: Çok var aslında ama bir tanesinden bahsedeyim. Çocukken ben kendimi aslan zannediyordum, köpek zannediyordum bir ara. Babamla vapurla İstanbul’a geçiyorduk, kendimi köpek sanıyorum diye babam bütün vapurda beni 4 ayaklı köpekmişim gibi gezdirmişti. 

SİBEL KÖROĞLU: Başın sıkıştığı anda ilk koşacağın kişi kimdir senin için?

Nisan Koca: Annem ve babamdır.

SİBEL KÖROĞLU: İyi bir eğitim alıyorsun. Önümüzdeki dönemler için ne gibi planların var, neler yapmak istiyorsun?

Nisan Koca: Şu anda tıp okuyorum ve bunu çok severek okuyorum. Bu alanda ilerleyip başarılı bir kariyere sahip olmak, mutlu olacağım şeyler yapmak istiyorum. 

SİBEL KÖROĞLU: Babanla ortak noktalarınız var mı?

Nisan Koca: Evet, her ne kadar babama söylemesem de babamla aslında çok benzeriz. Özellikle hayata bakış açılarımız aynı olacak derecede benziyor. Dış görünüş olarak da benziyoruz sanırım.

SİBEL KÖROĞLU: Baban gibi sanatla ilgili misin?

Nisan Koca: Ben daha çok edebiyatla ilgiliyim. Aslında küçükken babam gibi seramikle de ilgileniyordum uzun süre kursa da gittim. Aslında seramikten çok keyif alıyordum ama ilerleyen süreçte devam etmedim.

SİBEL KÖROĞLU: Babana ne söylemek istersin?

Nisan Koca: Hayatımda “iyi ki” dediğim ve asla değiştirmek istemeyeceğim tek şey herhalde babamdır. Onu çok seviyorum…

HAKAN KOCA: Bir tanem, senin bu söylediklerin benim için en güzel Babalar Günü hediyesi oldu bile. Çok teşekkür ederim. Seni çok seviyorum.

SİBEL KÖROĞLU: Ne mutlu sana, çok güzel bir evlat yetiştirmişsin. Babalar Günün kutlu olsun arkadaşım…

Hakan’ın evinden, kulağımda baba kızın birbirlerine duyduğu sevgiyi ifade ettikleri sözcüklerle çıktım. Ha bir de, Nisan’ın küçükken babası onun için besteledi sandığı şarkının ezgisi de dilimdeydi:

“Gel bana çikolata sevgilim, ben seni sevdikçe severim…”