Benan BİLEK ile Biz Bize
Çok heyecanlıyım gerçekten. BİZ BİZE köşem aslında “Biz Bize Kız Muhabbeti” samimiyetinden yola çıkarak düşündüğümüz bir konseptti. Ve gösterilerimdeki gibi köşemde de sadece hanımefendileri ağırlıyor idim. Ama bazı adamlar var ki onların röportajını benden önce kimse yapmasın istiyorum. Ali Yoğurtçuoğlu işte tam da o adamlardan biri. “Kimselere yâr etmem onu” dedim, röportajı bizzat yaptım. Ezber bozdurdu bana Ali. Çünkü tiyatro aşkının içine düştüğü o küçük yaşlardan beri tanıyorum kendisini. Afife Tiyatro Ödülleri’nde ödül kazandığında ağladığım genç adam, Biz Bize’mi bile değiştirtti bana…
Ali Yoğurtçuoğlu’nun oyunculuk hikâyesi nasıl başladı? Seni, senden dinleyelim.
1984’te İzmir’de doğdum. İlkokul ikinci sınıfa kadar İzmir’de okuduktan sonra ailece Ankara’ya taşındık. Eğitimime orada devam ettim. Tevfik Fikret Lisesi’nde öğrenciyken tiyatro koluna girdim. Tiyatro kolundaki deneyimler beni çok mutlu ediyordu. Oyunun kurallarını, sahnedeki dengeyi kendimce çözdükten sonra bu işi kotarabildiğimi düşündüm. Çünkü seyirciden aldığım reaksiyon çok canlı ve başka hiçbir şeyin bana tattıramadığı bir duyguydu. Bunun da heyecanıyla oyuncu olma hayalim başladı sanırım. Tam olarak böyle gelişti her şey. Evde sessiz sakin, okulda ise bambaşka bir karakter çizen bir çocuk olmamla alakalı da bir durum var muhtemelen. Bir şekilde ilgiyi yaptığım işle sağlıyor olmak tatmin olma duygusunu yaratıyor.
Bu işi yapmak için ne gibi eğitimler aldın? Almaya devam ediyor musun?
Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü Oyunculuk Ana Sanatları mezunuyum. Zaman zaman özellikle yazları Karaburun’da Ambarseki Köyü’nde Hollanda’dan gelen Tiyatro Eğitmenliği son sınıf öğrencilerinin öğretmenliği eşliğinde verdiği mekân tiyatrosu workshoplarına katıldım. Üst üste birkaç yıl bunlara devam ettim. Halen de orada tanıştığım insanlarla mekân tiyatrosu projeleri yapmaya devam ediyorum. Şu an da bir eğitime devam etmiyorum ama sürekli aklımda olan ve tazelemem gerektiğini düşündüğüm konulardan biri oyunculuk. Çünkü bir sürü bakış açısı ve konu var. Sadece sesimizle, beynimizle yaptığımız bir şey değil, bedenimiz ve mekân farkının çok önemli olduğu bir konu oyunculuk ve bende bunlarla ilgili tekrar eğitimler almayı düşünüyorum.
Matematik bir ailenin oyuncu oğlusun. Ailen senin hayallerini gerçekleştirme yolunda en başından beri nasıl bir yaklaşımda bulundu?
Evet, ailem genellikle mimar, mühendis, pozitif bilimler üzerine, rakamlar üzerine çalışan, materyaller üzerine düşünmeye yönelik eğitim almış insanlardan oluşuyor. İlk başlarda ortaokul liseye geçtiğim dönemlerde oyuncu olacağım dediğimde, sanat yolunu seçen bir çocuğun hayatını nasıl idame ettireceği konusu onları da bir parça kaygılandırmış olabilir. İlk başlarda bu endişelerini dile getirmelerine rağmen iki yıl sonra ben lise sondayken ve sonrasında da hep destekleyip, arkamda oldular. Hala da öyleler. Böyle bir aileye sahip olmasaydım başaramayabilirdim. Tam tersi örneklerini çok sık görüyoruz. Müzisyen olan ya da oyunculuk okuyan ve ailesi bu duruma karşı çıktığı çok arkadaşım var, bu durum çok zor bir şey. Duygusal ve mental olarak kendinizi vermeniz, konsantrasyon konusunda diri olmanız gereken konular olduğu için böyle bir durumla karşılaşırsanız işiniz iki kat zorlaşıyor. O sebeple ailem konusunda ben çok şanslıyım.
Geriye dönüp baktığında “iyi ki bunu yapmışım” dediğin ve bugünkü kişi olmanda rol oynayan en büyük deneyim neydi?
Sonuçlarından en çok memnun olduğum karar tabii ki oyunculuk okuma kararımdı. 18 yaşındayken aldığım riskin ne olduğunun, nasıl bir dünyaya adım attığımın farkında olmasam da zaman geçtikçe bu kararın üzerimdeki etkisinin çok fazla olduğunu görüyorum. Oyunculuk; hayata bakış açısı, duygularla içli dışlı olma, maneviyat, farkındalık, kendini sürekli yenilemek, etrafındaki hayatın farkında olmak gibi birçok sorumluluk getiriyor diye düşünüyorum. Bu sebeple oyunculuk okumayıp başka bir mesleği seçseydim muhtemelen başka bir insan olurdum.Oyunculuk okumak aslında o dönem çok farkında olmasam da benim için bir riskti. Ancak hayatta riskler almak ve konfor alanının dışına çıkabilmek, rahatını bozma konusunda daha inatçı olmak gerekiyor diye düşünüyorum.
Bugüne kadar canlandırdığın karakterler arasında hangisi diğerlerine göre bir adım öne çıkıyor, duygusal olarak hangisi senin için çok özel?
2017 yılının Nisan ayında İstanbul Dasdas’da İlham Yazar’ın yönettiği Kayıp El adlı oyunu öne çıkıyor. Oyunda Arif Pişkin, İnanç Konukçu ve Duygu Üstünbaş oynuyordu. O oyun sorumluluk aldığım ve her aşamasında bulunduğum bir süreçti. Çok sahiplendiğim bir işti. Kendimce de riskli bir yerde, bir şeyi canlandırmaya çalışıyor, siyahi bir Amerikalıyı oynuyordum. Çok eğlendiğim, içinde olmaktan çok mutlu olduğum bir oyundu. Sonunda da Afife Tiyatro Ödülleri’nde En İyi Yardımcı Erkek ödülünü bana getirdi. Bu da üstüne krema gibi bir şey oldu benim için. Bu sebeplerle bu oyunun yeri bende çok özeldir.
Hangi projede “oluyor be bu iş” hissini aldın?
Doğrusunu söylemek gerekirse “oluyor be bu iş” duygusu pek de yaşadığım bir şey değil. Bu biraz benim karakterimle alakalı. Her seferinde daha iyi olması için fazla zorluyorum. O tatmin duygusunu pek yaşamadım. Oynadığım roller içerisinde ya da işin bütününde, genelde neyin eksik olduğunu düşünmek üzere çalışıyor kafam. Bunu olumlu bir şey olduğu için söylemiyorum. Bence bu genelde mesleki yeterlilikle alakalı bir durum da değil; kişinin psikolojisiyle,hayata bakış açısıyla alakalı bir durum. Bence “oluyor be bu iş” duygusunu yaşayabilmesi gerekiyor insanın. Bunu yaşamama izin vermiyorum gibi bir konumdayım ben.
Oyunculuğun seni besleyen tarafları neler?
Fiziksel olarak, biyolojik olarak, hormonlar olarak değerlendirmek gerekirse kesinlikle sahnede seyircinin senle birlikte tatmin olduğunu gördüğün her an ya da sinemada, televizyonda yaptığın işin sokaktaki insan tarafından beğenildiğine dair somut bir izlenim yakalamak, insanlar tarafından tanınıyor olmak, hayatta gerçekten besleyici şeyler. Bunlar işin “keşke herkes tarafından yaşanma şansı olsa” diyebileceğim yönleri. Öte yandan oyunculuğa hazırlanılan hem karaktere hazırlanma, hem de oyunculuğunu geliştirme süreci “ senin için doğdum, yaşadım ve öldüm” noktasından çıkarıp daha renkli, katmanlı bir noktaya getiriyor. En başta insan dediğimiz canlının ne kadar katmanlı olduğuna dair bir fikre kapılmanızı sağlıyor. Tüm bunlar oyunculuğun bana kattığı kıymetli şeylerdir.
İnsanla temas edilen her meslekte bu duygular yaşanıyordur ama oyunculuk insanın kendini tanımasına daha çok fırsat veren bir meslek. Oyunculuk, akışın içinde olduğunu fark ettiğin bir hayat sunuyor.
Tiyatro, sinema ve dizi oyunculuğu… Hepsinin duygusu ve kazanımları farklı elbette. Ve oyuncu oyuncudur, bu da evet. Hangisi sana ne kazandırıyor?
Hepsi ekip işi. Oyuncu olarak tiyatroda seyirci ile yalnızsın ve oyun süresi boyunca yarattığın karakteri bir süreklilik içerisinde, bir zaman doğrusu üzerinde, giriş gelişme sonuç olarak yaşatabiliyorsun. Sahne üstünde bunu deneyimleme fırsatın oluyor. Öbür tarafta çok daha başka ilerliyor karaktere dair edindiğin deneyim. Zamanı çok daha bölerek kullanıyorsun. Bir önceki çektiğin sahne aslında dizinin sonu, bir sonraki çektiğin sahne dizinin başına ait olabiliyor. Burada biraz daha ekiple çalışmak, hikâyeyi kafanda biraz daha soyut bir yerden canlandırmak zorunda kalıyorsun, tiyatrodaki kadar fiziksel bir yerden deneyimlemiyorsun. Bu sebeple tecrübe ettikçe geliştirebileceğin konular olduğunu düşünüyorum.
Yerli ve yabancı dizileri takip ediyor musun? İzlediğin diziler arasında “favorim” dediğin bir dizi var mı?
Elimden geldiğince takip ediyorum. Breaking Bad; senaryosundan oyunculuklara, ilk bölümünden son bölümüne kadar tarihe adını altın harflerle yazdırdı bence. Muazzam bir iş. Son dönemde de işin içeriği ve çekiliş biçimi olarak beni en çok etkileyen iş Chernobyl oldu.
Sinemada, dizide ve tiyatroda, ayrı ayrı cevaplayabilirsin; kimin oynadığı rolü ya da kimi oynamak isterdin?
Sevdiğim oyuncuların oynadığı roller çok cazip geliyor çünkü adamlara zaten objektif olarak bakamıyorum. Anthony Hopkins, Will Smith,Mel Gibson, John Turturro gibi isimlerden bahsediyorum. Anthony Hopkins’in İçgüdü diye bir filmi vardı gorillerle yaşayan bir bilim adamının hikâyesini anlatıyordu, o rolü çok oynamak istemişimdir. Will Smith’in oğluyla çektiği The Pursuit of Happyness (Umudunu Kaybetme) diye bir filmi vardı; öyle bir baba oğul ilişkisinde oynamayı çok istemişimdir. Mel Gibson’ın Cehennem Silahı serisindeki adamı oynamayı çok istemişimdir. Ama bu adamlar zaten o rolü çok iyi oynadıkları için de insana çok eğlenceli geliyor. Onun dışında yaşım çok daha fazla ilerlemeden -ki ben de sınırdayım o konuda- tiyatroda Hamlet’i oynamayı çok isterdim. Genel olarak iyi oyuncular satıyor zaten oynadıkları rolleri. John Turturro’nun The Night Of dizisindeki oynadığı avukat rolü ya da Big Lebowski’de oynadığı bir bowling oyuncusu karakterlerini çok severim.
Ali boş vakitlerinde neler yapmaktan hoşlanır, nerelere gider, ne yaptığında mutlu olur?
Boş vakitlerimde ağırlıklı olarak bisiklete biniyorum. Bu, son iki üç yıldır beni en mutlu eden şey diyebilirim. Daha çok şehir içinde biniyorum. Henüz çok uzun yollara çıkamadım ancak hedeflerimden biri de bu. Biraz bisiklet mekaniğini öğrendikten ve kendim tamir edebilecek duruma geldikten sonra uzun yollara da çıkmak istiyorum. Şehirlerarası, hatta belki Avrupa’da ülkelerarası olabilir… Kitap okumayı seviyorum. Arkadaşlarımla bir pub’a bir bara oturmayı, sevdiklerimle bir şeyler içmeyi seviyorum. Dart oynamayı seviyorum; Ankara’da başlamıştım bu aralar tekrar hayatıma girdi.
Şu an hayatının nasıl bir dönemindesin?
Şu an hayatımın kendimi tanımaya somut olarak adım attığım bir dönemindeyim. Düzenli terapiye gidiyorum. Hayatta anlamadığım bazı şeyleri ve kendimi daha fazla anlamaya çaba sarf ediyorum. Aslında düşünürsek hepimizin çok kalabalık iç seslerimiz var. Bunlarla alakalı biraz daha dingin bir yere gitmeye çalışıyorum. Kafamdaki düşünceleri dosyalar haline getirmeye çalışıyorum, çünkü zihin dediğimiz şey çok dağınık ve kontrolü ona bırakırsak iyice uçup gidiyor. Objektif düşündüğümüz konularda bile aslında sübjektifiz. Bunla alakalı konulara, insanlara biraz daha sağlıklı mesafe koyup öyle bir yerden değerlendirmeye çalışıyorum. Kendime ve insanlara haksızlık etmemeye çalışıyorum.
İş konusunda da daha görünürlük çabası içerisindeyim galiba. İşin zaten doğası gereği başına gelebilecek olan görünürlük durumu biraz daha çaba sarf ettiğim bir şey haline geldi. Çünkü bunun bir maddi dönüşü olursa nihayetinde ben de kendimi geliştireceğim konularla ilgili biraz daha rahat olurum gibi geliyor. Bu sebeple tiyatroya ayırdığım zamanı biraz daha azaltıp sinema ve televizyon dünyasına enerjimi daha fazla aktarmak istiyorum. Biraz da kalıcılıkla alakalı bir süreç galiba bu. Daha kalıcı bir şeyler yapmak istiyorum. Hayatımda genel olarak böyle bir dönemdeyim. İstanbul bir derya, insan burada duygusal olarak çok inişli çıkışlı günler geçiriyor. Bunu biraz daha dengede tutup biraz daha dingin olmaya başıma gelenleri daha olgun bir bakışla değerlendirmeye çalışıyorum. Başlı başına zaten bir macera bu. Bu dönem içerisinde yaptığım şeylerin çoğu mutlu ediyor beni.
Şu an bir yazlık dizi çekiyoruz Star TV’ye Benim Tatlı Yalanım diye, umarım yazlıktan daha uzun ömürlü bir iş olur. Bu dizi çekimlerinde de çok eğleniyorum. Çünkü oynadığım rolü seviyorum ve ekiple de aram çok iyi. Tüm bunlar beni mutlu ediyor şu an.
Oğlun olsa oyuncu olması için onay verir miydin? Ve ona neyi öğütlerdin?
Evet, oğlum ya da kızım olsa kesinlikle seçeceği her mesleğe onay verirdim, karşı duramazdım. Çünkü ben bizimkilerden öyle öğrenmedim ve çocuğumun varoluşuna müdahale edebileceğimi sanmıyorum. Endişe ederdim evet, kesinlikle endişelenirdim ama onay verirdim. Öğütleyeceğim şey de risk alması olurdu. Ne olursa olsun elindeki, en rahata düştüğü, ona her şeyin kolay geldiği yerde daha zoru nasıl yakalayacağını, nasıl daha iyi hamleler yaparak kendini o rahat ortamdan çıkarması gerektiğini söylerdim.
Bir şeyler öğrenmek istiyorsak, kendimizi geliştirmek istiyorsak bunu yapmak zorundayız yani bu her zaman gittiği belli bir yol varsa, ayda bir o yolu değiştirmek bile olabilir. Rolle alakalı olarak ilk aklına gelen şeyi yapmamasını, en azından denemesini, gerekiyorsa risk almasını, daha büyük adımlar atmasını, belki dünyanın farklı yerlerine gidip bunu deneyimlemeye çabalamasını öğütlerdim ve bu konuda teşvik ederdim.
Hayatta karışına çıkan zorluklarla başa çıkmak ve motive olmak için kendine neler söylersin?
Hayatta karşıma çıkan zorluklarla alakalı kendime bunun, oyunun bir parçası olduğunu söylemeye çalışıyorum. Yani etrafımızda görüyoruz türlü türlü hayatlar, meslekler, yaşamlar var. Ve herkes farklı zorluklarla karşılaşıyor, kolay olan bir şey yok. Bir şeyi öğrenmek, bir şeyi iyi yapmak istiyorsan kolay bir yol yok. Durup dururken başımıza zorluklar gelebilir sağlıkla alakalı vs., bütün bunların üstesinden geleceğimiz ve üstesinden gelebilirsek de çok büyük farkındalığa ulaştıracak şeyler olduğunu söylüyorum. Yani yaşadığımız her şey yeni bir şey öğrenmek için vesileymiş gibi geliyor bana. Böyle bir yerden motive etmeye çalışıyorum kendimi. Ama şunu da itiraf etmem gerekiyor, sanırım bu konuda motive olabilmek için insanın en büyük güç kaynağı, desteği de ailesi ve arkadaşları oluyor. Yani onların varlığını, sevgisini eğer bir şekilde hissedebiliyorsan zaten hayatta her şey olduğundan daha kolay gözüküyor. Bazen evet, onların varlığı yetmiyor gibi gelebilir ama işte o zamanda her şeyin yeni bir şeye vesile olacağı yeni bir dünya açacağı durumunu kabul etmem gerekiyormuş gibime geliyor.
Gelecekte yapılacaklar listenin ilk üç sırasında neler var?
Listemde yemek yapmayı öğrenmek var çünkü dışarıdan yemek yemekten çok sıkıldım. Kahvaltımı hazırlıyorum ama yemek yapmayı da öğrenmem gerekiyor. Listemin devamında bisikletle Avrupa seyahati ve yurtdışında oyunculuk deneyimi yer alıyor.
Ali Yoğurtçuoğlu ile röportaj yapacak olsan sen ona ne sorardın?
Şöyle bir soru sorardım; “Hedeflerin ve hayallerin olduğundan bahsediyorsun, bunları şu an ya da yarın yapmaktan seni alıkoyan şey ne ve bunla alakalı ne yapmayı düşünüyorsun?”
E cevapla o zaman…
Korkular sanırım alıkoyan. Ya bugüne kadar sahip olduğum şeyler elimden kayar giderse düşüncesi. Ya kendimi yine her şeyin en başına dönmüş olarak bulursam… Ya olmazsa ya başaramazsam düşüncesi… Bunla alakalı olarak yapmam gereken şey; üstüne gitmek zorundayım. Yarın şu sokakta meczup gibi dolaşsam ne olur ki yani? Çok fazla önem veriyoruz bazı şeylere. Maneviyatta ya da maddiyatta sahip olduğumuzu düşündüğümüz şeylere fazla önem veriyoruz. Ama koskoca evrende sadece bir toz zerresiyiz. Bu düşüncenin getirdiği önemli bir bakış açısı var diye düşünüyorum. O sebeple tüm bunların üstüne gitmek lazım. Kaybetmekten, düşmekten korkmamak önemli. Bunu söylemek çok kolay ama hayata geçirebilmek için bir hamlede bulunmak gerek. Mesela en basitinden yarın gidip sebze alıp iki kez yaksam da, tadı bir şeye benzemese de sebze yemeği yapmayı deneyerek buna başlayabilirim.
Teşekkürler Ali; samimi ve dolu dolu cevapların için.