ECEM ARICAN, VELİEFENDİ’DE ATLARA FISILDAYAN İZMİR KIZI

Benan Bilek İle Biz Bize

Onunla ilk karşılaştığımda 7-8 yaşlarındaydı. Yeni Asır’ın efsane zamanlarında reklam satışı gibi zor bir birimin kocaman kadrosunun başındaki Tülay Arıcan’ın küçük kızıydı. Yıllar geçti, Tülay’la arkadaşlığımız dostluk mertebesine erişti. Dolayısıyla eğitim yıllarının her aşamasından haberdar oldum. Üniversite okumaya gittiği İstanbul’da tutunmak için çok çabaladı. Başardı da. TJK TV’nin zarif yüzü, temiz sesi, meraklı programcısı olmakla kalmadı. Aynı zamanda İmaj ve Vokal Zone’da seslendirme de yapıyor. Ekranın önünde de, ardında da mutlu. Ama ben en çok Veliefendi’den bildirişlerine hastayım. Kendini geliştirmekten hiç vazgeçmeyen, her haliyle “Ben İzmirliyim”i belli eden, güzel ve başarılı bir genç kadın o. Veliefendi’deki güzel İzmir kızı.

Ne kadar zamandır İzmir’de değilsin Ecem?

17 yaşında üniversite okumak için İstanbul’a gittim. Dört sene okuyup dönerim diye düşündüler ama gidiş o gidiş, kaldım.

Giderken dönmeyeceğini biliyordun ama değil mi?

Biliyordum, çünkü yapacağım iş orada. Sektörün kalbi orada atıyor.

Sinema Televizyon seçtiğin bir bölüm müydü yoksa amaç İstanbul’a gitmek miydi?

Tek tercih kullandım ve sadece bu bölümü yazdım. Çünkü sadece bunu istiyordum. Hatta dershaneye gideceğim dönemde bile ne istediğimi bildiğim için gitmeye gerek duymadım.

Tek tercih yapacak kadar çok istemene ne sebep oldu?

Aslında bir ara konservatuarın tiyatro bölümünü istemiştim. Ancak annem de gazeteci olduğu için gazeteye ve gazetenin televizyonuna çok fazla gidip geldim. Gazetedeki yöneticilerle tanıştım, kamerayı gördüm; tüm bunlar bana cazip geldi. Kendimi bildim bileli gazeteye gidiyordum ama ilk ekrana çıkışım 6 yaşlarındayken oldu. Annemle beraber bir canlı yayını seyrederken ellerinden kurtulup ekrana çıkıp “hadi benimle röportaj yapın” demişim. Bu olaydan bir hafta sonrası da 23 Nisan’dı. “Madem bu kadar hevesli programda sunucu olsun” dediler. Ben küçücüğüm ama inanıyorum yapabilirim, yeni kıyafetler alındı, hazırlanıp gittim. Bir baktım ki yaşını almış büyük bir sunucu orada. Tabii “ben sunacağım” diye kıyametleri koparmışım. “Sana yardımcı olacak beraber sunacaksınız” deyince içim rahatladı kabul ettim. Programda arkadaşlarıma sorular soruyordum, çizgi filmler izliyorduk, bir dış ses vardı o bana laf atan, ben onu cevaplıyordum. Tabii o zamanlar dış ses nedir bilmiyordum, dublaj işine gireceğimi falan tahmin edemezdim. 6 yaşında bir çocuktum sonuçta ve ta o zamanlardan beri hep bunu istiyordum. Bir ara kısa bir süreliğine etten duvar olup kadın haklarını savunmayı ve avukat olmayı istemiştim. Ama yine de en çok istediğim mesleği tercih ettim ve sinema televizyon okudum.

Okulla birlikte çalışmaya başladın mı?

Okula başladığım ilk sene bir yapım şirketinde hemen staj yapmaya başladım. Sarı Sıcak programında yapım asistanıydım. Atom karınca gibi her şeye koşturdum, çok şey öğrendim. Ahmet Çelenk’in yanında çalıştım, benim için çok büyük bir şanstı. O da sağ olsun beni çok sevdi, Çeşme Festivali’ne gönderdi, orada da asistanlık yaptım. Festivale gelen çok sayıda yabancı sanatçıya çevirmenlik yaptım. İlk yaz tatilim stajla bu şekilde geçti. Sonrasında yine Sarı Sıcak’ta tanıştığım yönetmenim Volkan Arslan beni Kubilay Kasap’la tanıştırdı. Onun yanında hem yapım asistanlığı, hem çevirmenlik yaptığım bir projede yer aldım. Joker eleman gibiydim aslında; her işe koşturuyordum. Çünkü her şeyi öğrenmek istiyordum. Gerçekten çok şanslıymışım ki, piyasadaki çok önemli insanlarla tanışmış oldum.

Bu bir şans mı sence?

İlk başlangıçta evet bir şans ama sonrasında o ilişkileri kurabilmek ve koruyabilmek yapılması gereken bir şey. Çünkü bu piyasada öğrendiğim şey şu ki; ilişkilerin iyi olmadığı sürece ne kadar yetenekli olursan ol, bu piyasada hiçbir şey yapamıyorsun. Akraba, eş dost sizi bir yere sokabilir ama sonrasında orada kalmak ve devam edebilmek gerçekten başka bir şey. İnsanların söylediğini dinlemek lazım, kendini sevdirmek lazım, işini gerçekten sevdiğini ve saygı duyduğunu göstermek lazım. En önemlilerden biri de yılmamak lazım.

Çok güzel bir kızsın, yanlış adımlarla da karşılaşmış olabilirsin bu sektörde, yani tabii her şey eski Türk filmlerindeki gibi olmasa da…

Evet, olabiliyor. Eski Türk filmlerinden daha kötüleri de oluyor hatta. Böyle şeylerle karşılaştım hatta İzmir’e döndüm bir süre, çok canım sıkıldı. Ama şuna karar verdim, sadece Türkiye’de olmak, sadece kadın olmak ya da bu sektörde olmak değildi olay. Gücünü sindirememiş, egolarıyla hareket eden kötü niyetli insanların hayalleri olan insanları bir şekilde kullanmaya çalışması her sektörde var. Benim karşıma da böyle insanlar çıktı. Bütün kibarlığımla o insanlardan uzaklaştım. Düşünüyorum, çirkin bir sohbet oldu mu? Evet, oldu. Ancak ben bir şekilde bu durumdan sıyrılabildim. Üzüldüğüm zamanlar da oldu ama ben onların beni yıldıramayacağı kadar çok seviyorum işimi ve hayallerim onların yaşattığı olumsuzluklardan çok daha önemli.

Bu sakin görüntünün altında kontrol edilebilir bir hırsın ve inanılmaz bir çalışma azmin var. Bu nereden geliyor?

Evet, çok sakin hatta fazla da kırılgan göründüğümü söylerler. Aslında evet, kolay kırılırım ama kırıldığım zaman vaz geçmem. Duygularım çok çabuk incinebilir, o belki İkizler burcu olmamdan kaynaklanıyor ama düştüğüm kadar da çabuk motive edebiliyorum kendimi.

Dublajda çok sevdiğim bir yönetmenim var, Nurhan Yılma; eski oyunculardandır kendisi. O da benim dublajdaki en büyük şanslarımdan biridir. Gerçekten soyadı gibi yılmadan, usanmadan bana her şeyi öğretmek için çabalıyor. Bazen kafama vura vura, sabırla her şeyi anlattı. O bana her zaman “Sen gerçekten bir savaşçısın, etrafındaki birçok insan bunu göremiyor olabilir ama ben görüyorum. Bu kadar zamandır buradasın, tek başınasın, vazgeçmiyorsun” der. Onlarla ilk tanıştığım zaman asistan olarak girdim ben oraya. Çok şansa girdim, kuzenim dublaj sektörünü tanımam için bir arkadaşıyla beni tanıştırdı. O sırada da oradan bir asistan bir aylığına işten ayrılmış, “Sen bir aylık asistanlık yapar mısın?” dediler.  Bu arada ben TJK’da da çalışıyordum ve “Ben ekrana çıkıyorum, asistanlık yapamam” diyebilirdim ama demedim. Çünkü dublaj bambaşka bir alan. İşi öğrenmek istiyorsam onun mutfağına girmem gerekiyor diye düşündüm ve “yaparım” dedim. Bir aylığına girdiğim yerde şimdi üç seneyi geride bıraktım. Şu an hem dublaj yapıyorum, hem de TJK’ya devam ediyorum. İkisini de büyük aşkla yapıyorum.

Günde kaç kez görüyor annen seni televizyonda?

Günde bir kez görüyor, tekrarları da izlerse iki kez görebilir. Annemler görüyorlar ama en istikrarlı izleyicim anneannem. Yalnızca beni de seyretmiyor, at yarışlarını da izliyor. Kupon yapanlara tüyo verecek duruma geldi diyebilirim.

Bir Atlas Jet kampanyasında o kadar uzun bir kelimeyi çok kısa saniyede çok anlaşılabilir şekilde söylemiştin ve ben bundan çok etkilendim. Ekstra eğitimler ve workshoplarla da kendini besledin değil mi?

Üniversiteden mezun olduktan sonra Bahçeşehir Üniversitesi’nde yüksek lisans da yaptım. Orada Ali Düşenkalkar’dan diksiyon eğitimi aldım. Ali Hocam zaten benim kalbimde çok özel bir yerdedir. Ali Hocamın defteri bende hala bir yerde durur. Aslında yazım çok çirkindir ama Ali Hocanın notlarını çok nizami çok düzgün yazmışımdır. Çünkü ona ve söylediklerine çok değer veriyorum. Dialog’da Can Gürzap’la Arsen Gürzap’ın eğitimlerini aldım. Orada Atsız Karaduman vardı mesela; hepsi çok önemli isimlerdir.  Evet, bazen yapamadığım zamanlar oluyor, dilimin dönmediği zamanlar oluyor, kötü bir günümde olabiliyorum. Ama biri bana bir şey söylediği zaman küsmektense kırılmaktansa daha çok üstüne düşüyorum yapabilmek için.

İstanbul’da çalışmayı seviyorsun ama İzmir’i de özlüyorsun…

Ben İzmir’i şehir olarak çok seviyorum. Bu yüzden İzmir benimle birlikte geldi zaten İstanbul’a. İstanbul’da hayat çok daha hızlı akıyor ve insanlar birbirlerine gülümsemeyi unutuyorlar. Birine gülümsediğimde İstanbullu olmadığımı anlayıp nereden geldiğimi soruyorlar. Bu anlamda İzmir’i oraya taşımış olmaktan mutluyum. Bir İzmirli olarak geç kalma geleneğini de İstanbul’a taşıdım tabii; orada da hep geç kalıyorum. İşe geç kalmıyorum ama arkadaş buluşmalarına geç kaldığım için bana yarım saat erken buluşma saati söylerler hep. Çünkü üzerimde İzmir’in ahesteliği hala var.

Şu anda neler yapıyorsun, hangi projeler var?

Hem belgesel hem çizgi film dublajlarım devam ediyor. TJK devam ediyor.

Çizgi filmde konuşmak zevkli mi?

Çok zevkli, ben çok eğlenerek yapıyorum.  Stüdyoda olmayı çok seviyorum. Tabii ki kötü günler de oluyor ama ben bunu iş olarak yapmıyorum. Derler ya “sevdiğiniz işi yapıyorsanız bir gün bile çalışmamış olursunuz” diye, işte ben bunun için direniyorum belki de. Bir daha dünyaya gelsem ben yine bu işleri yaparım.

Senin için ekranın önü ya da arkası fark etmiyor değil mi?

Hiç fark etmiyor. Ben kamera arkasında olmayı da çok sevdim. Yaratım kısmı, organizasyon kısmı beni çok mutlu ediyor.

Mükemmel bir yabancı dilin var…

Amerikan Koleji mezunuyum. Annem babam sağ olsun, öyle bir avantajım var.

Seçtiğin meslekte sağlam bir yabancı dilin olması çok önemli değil mi?

Evet, bence çok mühim. Şu an dublajda bile bize gelen şeyler genelde yabancı dilde. İngilizcede duyuyorum ve anlıyorum söylediğim şeyi, bu önemli. İspanyolca, Japonca işte bile konuştum ama anladığınız şeyi anlatabilmek daha başka oluyor. Önünüzde bir metin var ama zaman zaman bazı şeylerin düzeltilmesi gerekebiliyor. Yönetmenin bilmesi de çok önemli çünkü oyuna bakıyor, nasıl redakte edebiliriz, bu şakayı Türkçeye nasıl adapte edebiliriz diye düşünüyor. Mesele bir filmde hindiyle ilgili bir espri var ama bizim kültürümüzde yok böyle bir şey. Dolayısıyla bu hemen evriliyor ve bizim anlayabileceğimiz bir şekle geliyor. Bu anlamda o dili anlamak gerekiyor. Dolayısıyla yabancı dilimin iyi olmasının avantajlarını yaşıyorum.

Çok zor bir dönemde televizyonda olmayı seçtin. İzmir kızı duruşundan hiç taviz vermedin ama ekmeksiz kaldığın günler oldu…

Oldu tabii. Açıklama olarak “İzmirlisin” cevabını aldığım bile oldu. Ama İzmirli olmak, İzmir’in duruşu ve bakış açısı bizim her zaman sevdiğimiz ve gurur duyduğumuz bir şey. TJK’da olmaktan o anlamda çok mutluyum; orada çok özgür bir şekilde programımı yapabiliyorum.

Atları seviyorsun…

Dünyanın en güzel hayvanları atlar. Onların yanına girdiğimde bile ben çok heyecanlanıyorum. Onlarla ilgili de çok heyecan verici hikâyeler öğreniyorum. Hepsinin ayrı karakteri var mesela. Bakışları, duruşları farklı. TJK’nın en sevdiğim projelerinden biri olan Atla Terapi Merkezimiz var. Down Sendromlu ve Otizmli çocuklar orada ata binmeyi öğreniyorlar, onlarla iletişim kuruyorlar, hayatları değişiyor. Bu bir sosyal sorumluluk projesi diye biliyorum.

Peki, kadın hipodromun neresinde?

Bence kadın hipodromun her yerinde. Kadın seyislerimiz var mesela. Havalar güzelleştikçe aileleriyle ziyarete gelen çok fazla kadın var. Yarış oynayan çok fazla kadın var. At sahiplerimizden nesilden nesle geçmiş olan kadınlar var.  Gazi koşusu varsa kadınları ritüele uygun şekilde görüyorsunuz; şapkalarla. Çok hoşuma gidiyor bu durum. Gönül istiyor ki çok daha fazla olsun. Yurtdışına baktığınızda hem seyircilerde hem de çalışanlarda daha fazla kadın görebiliyorsunuz.

Hep Veli Efendi’desin değil mi sen?

Evet, ben ilk günden beri hep Veli Efendi’deyim. İlk andan itibaren orası benim evim gibi oldu. İlk başladığımda açıkçası at yarışı ile ilgili çok bilgim yoktu. Herkes kadar heyecanını biliyordum.

Nasıl oldu peki? Bir başka dil çünkü…

Yönetmenlerimiz, müdürlerimiz, beraber çalıştığımız kişiler sayesinde. Şimdi ilk programlarıma dönüp baktığımda çok tuhaf geliyor. İlk programım çok komikti. O zaman yarış aralarında canlı yayınlara çıkıp kısa sunumlar yapıyor, yarış sonuçlarını bildiriyordum. İlk yayınımda çok kontrollüyüm, hiç hata yapmamaya odaklıyım, çok düşünerek konuşuyorum. Bütün o gerginliğimden sonra son cümlemde bitti artık kapatacağım nasılsa diye “İstanbul Veli Efendi Hipodromu’ndan programımızın sonuna geldik, teşekkürler TJK TV ekranlarından ayrılmayın” sözünü toparlayamadım. Göğsüme mikrofon taktılarında yöneticilerimize şunu dediğimi hatırlıyorum: “Kalbime çok yakın taktınız bu mikrofonu, kesin kalp atışlarım duyulacak”.

İstanbul’da neyi özlüyorsun en çok?

İzmir’de her yer eviniz gibi. Ben İzmir’de çok elimi kolumu sallaya sallaya dolaştım. Mesela sokakta oynayan son nesildenim diye düşünüyorum. Paten de kaydım sokakta, itişip kakıştım da, düştüm de. Biz kızlar erkekler bir arada koşup oyunlar oynadık. Dolayısıyla büyüdüğüm zaman da buranın arkadaşlıklarını özlüyorum, bana buranın arkadaşlıkları daha samimi geliyor. İnsan ilişkilerini özlüyorum. Kaç sene oldu, o anlamda İstanbullulaşamadım. Buraya geldiğim zaman derin bir nefes alabiliyorum. İnsanların sakinliği, güler yüzlülüğü, her şeyi keyfini çıkararak yapmaları… Keyif kısmını özlüyorum. Kendimce bir keyif anlayışım var benim. İstanbul’da işim çok erken olsa bile daha da erken uyanıp kahvaltı soframı hazırlıyorum, tadını çıkarıyorum. Tek başıma da olsam akşam yemeğinde, salatasıyla yemeğiyle her şeyiyle soframı hazırlarım. Ege otlarını, zeytinyağlıları çok özlüyorum İstanbul’da.

Bu kadar yoğun iş hayatında dinlenmek ya da kendini beslemek için ne yapıyorsun?

Pole Dance yapıyorum. Bunun için de çok disiplinli olmak gerekiyor. Ha, ben o kadar disiplinli miyim, hayır değilim ama niyetliyim. Vücuttaki tüm kas gruplarını çalıştırıyor pole dance. Hem kadınların, hem de erkeklerin yaptığı ciddi bir spor alanı aslında ve ben daha çok başındayım. Bir senedir bununla ilgileniyorum ama düzenli olarak 6 aydır yapıyorum diyebilirim. Elif Sırma ile çalışıyorum kendisi şahane bir hoca. Bazen çok yorgun olsam da moralim bozuk olsa da, gitmek için kendimi zorluyorum.

Zaman zaman insan dağıtmak isteyebilir ya, sen nasıl dağıtırsın?

İlk defa bu sene çok dağıttım diye düşünüyorum. Birilerine “ben iyiyim” demekten ilk defa vazgeçtim. Kötü olduğum zamanlar da olabilir ve bunu saklamama gerek yok, bunu öğrendim mesela.

Daha önce de farklı sporlara ilgin oldu değil mi?

Bir ara ninjutsu yaptım Ninja olacağıma inandım. Kickboxa gittim, Latin danslarına gittim. Ancak içlerinde en uzun süren pole dance oldu, buna devam da edeceğim. Çünkü hem dans var, hem güç var işin içinde. Pole dance’de beni en çok mutlu eden şey; yapamayacağımı düşündüğüm bir şeyin günden güne üstesinden geliyor olmak sanırım. Kendimi güçsüz hissederken, günden güne hem fiziksel, hem de ruhen güçlendiren bir şey. İnsanın kendine “yapabilirim”i ispatlaması hayattaki en kıymetli şeylerden biri bence. Ben de bu hobimle bu sporla kendime bunu ispatlıyorum.

Hipodrom tarafında Veli Efendi’de en yoğun dönem ne zaman?

Bizim sezonumuz aslında bahar geldiği zaman başlamış oluyor. Yazın en yoğun dönem oluyor. Gazi Koşusu bizim hepimizin yıl boyunca beklediği koşu. Benim en çok kalbimi attıran günlerden biri. Aprantiler bayraklarla çıktıkları zaman heyecanlanıyorum.

Bir kanalda haber spikeri ya da sana özel bir program yaparsan TJK’yı özleyeceksin değil mi?

Özlerim ama şöyle düşünüyorum; TJK aslında benim ilk evim olmakla birlikte muhtemelen hep evim olarak kalacak. Sunuculuğun bir yaşı yok, dublaj için de durum böyle. Yaşın büyüdükçe sesin değiştikçe başka roller konuşmaya başlıyorsun, o kadar. Yaşsız işleri seçtiğimi düşünüyorum.

Kendini nasıl besliyorsun?

Yazı yazıyorum ama yazılarımı henüz kimseyle paylaşmıyorum. Bir gün paylaşır mıyım onu da bilmiyorum. Ufak tefek yazılar aslında bunlar. Ne zaman yazacağım da belli olmuyor, duygu durumum çok yükselirse o zamanlar yazıya döküyorum. Yazmaya başladıktan sonra konular birbirini getiriyor.

İstanbul’da yaşayacak olan bir İzmirli kıza olmazsa olmaz 3 öğüdün nedir?

Öncelikle hem orada edinecekleri hem de buradan İstanbul’a gitmiş olan orada beraber olacakları dostları çok önemli. Çünkü İstanbul’daki ailesi aslında dostları olacak. Ben tek çocuğum ama seçilmiş kardeşlerim var. Bu anlamda çok şanslıyım.

İkincisi biz Egeli olduğumuz için zeytinyağlıları çok seviyoruz ve zeytinyağlıları yapmak çok kolay. Birkaç farklı çeşit zeytinyağlı yemek yapmayı öğrensinler çünkü hayat fastfood ile geçmiyor. Ben bir sene bunu denedim ve gördüm ki olmuyormuş.

Öğrenciyseler öğrenciyken bir yandan ya çalışma hayatına başlasınlar. Çünkü önemli ilişkileri ve çevrenizi o yaşlarda oluşturuyorsunuz. Aynı zamanda hangi işi yapmak isteyip istemediğinizi de aslında fark etmiş oluyorsunuz böylece. Aslında biz Türkiye’de bu anlamda biraz şanssızız. Çok erken yaşlarda meslek seçmek durumunda kalıyoruz ve ne istediğimizi tam anlayamadan kendimizi onun içinde buluyoruz. Ben bu bölümü istemiyormuşum bile desen hayat mücadelesi başladığında çalışmak durumunda kalıyorsun. Mesela ben 21 yaşında mezun oldum ailem bakımından onların destekleri bakımından çok şanslı olmama rağmen bir şekilde hayata atılmak durumunda hissettim. O yüzden erken yaşlarda stajlar yaparak denesinler, her şeye rağmen yaptıkları işte mutlu değillerse de değiştirsinler. Hayatta hiçbir zaman hiçbir şey için geç değildir. “Çok geç kaldım” diyerek ertelediğin her gün bir gün daha geç kalmış oluyorsun. Başka bir şey mi yapmak istiyorsun o zaman onu yap. Ben TJK’dayken dublaj hiç bildiğim bir alan değildi ama denedim ve onu da yaptım. Freelance çalışıyorum ama İmaj Seslendirme’nin reklam kadrosundayım. Vokal Zone’a gidiyorum ikisiyle de beraber çalışıyorum. Yine TJK’nın kendi dublajları oluyor, onları da yapıyorum. Bu anlamda ben de “sunuculuğa başladım dublaj için geç, işin tekrar mutfağından mı başlayacağım” diyebilirdim ama demedim bunu da yaptım.

İstanbul çok güzel bir şehir. Bir turist gibi İstanbul’u gezsinler, altını üstüne getirsinler. Ben bir turist gibi İstanbul’un bütün müzelerini her yerini tek tek gezdim. Hem yerin bir hikayesi var, bunları geze geze öğrenirsiniz.

Hikayeleri seviyorsun…

Ben hem işimde, hem de hayatımda hikayeleri çok seviyorum. O hikaye beni nereye götürürse onları deneyimlemekten keyif alıyorum. Bu benim hikayem, önce beni İzmir’den alıp İstanbul’a götürdü, sonra nereye götürür bilmiyorum.

Biliyorum ki sen iyi bir röportörsün, çalışıyor musun dersine?

Sıkıştırma kaygım yok ama röportaj yapacağım kişi ile ilgili önceden araştırma yapıyorum mutlaka. Genel soru sormayı sevmem, öncesinde dersimi çalışırım ona göre sorular hazırlarım. Ve düz soru sormaktansa konuşurken bir yerlerden konuyu o soruya getirip öyle sormayı severim.

Ailenin bir gün İzmir’e mutlaka döneceğini bekledikleri bilmek sana ne getiriyor?

Sevgiden böyle yaptıklarını biliyorum ama ister istemez bir suçluluk duygusu getiriyor. Çünkü daimi olarak azalmayan bir özlem var. Acaba onlarla olan hayatımı mı kaçırıyorum, onlara haksızlık mı ediyorum suçluluğunu beraberinde getiriyor. Ama diğer yandan da kendi hayallerimden vazgeçersem de ben kendime hesap veremem.

Konuklarını harika sorularla ağırlayan genç bir kadına bir sürü soru sormama izin verdiğin için teşekkür ederim Ecem Arıcan. Yolun heeeeeep açık olsun.